yazılarımızdan arayın

19 Ocak 2023 Perşembe

Azınlığın zenginliği hepimizin çıkarına değil midir? (1)

 

Utiliteryen açıdan piyasalar.

1.     1.Kısım:  Teorik altyapılar

A.Birey ve toplumun çıkarlarının uzlaştırılması,

B. Kendi çıkarları peşinde koşan insanın topluma yaptığı katkılar ve ekonomik özgürlükler:

Bu yazıda ele almaya çalışacağım şey utiliteryen bir yaklaşımın gerçekten klasik utiliteryenlerin vardığı gibi serbest piyasa mı, yoksa onun alternatifleri olan planlamacılığa veyahut anarko-komünist bir ekonomiye varacağıdır. Öncelikle utiliteryenizm nedir onunla başlayalım. Burada utiliteryenler bahsederken genel olarak klasik utiliteryenlerden bahsedeceğim unutulmamalıdır. Bunun yanında hem Bentham hem de Mill yaşamlarının sonlarına doğru devletçi sayılabilecek bazı politikaları desteklediler ki, ben burada onların bu yanlarını göstermekten ziyade yaptıkları piyasa, otonom birey ve hürriyet savunularını bahis alacağım


Faydacılığı gerçek bir karar alma metodu haline getiren ve onu sistemleştiren Bentham, Fayda ilkesini ‘Principles Of Morals and Legislation’ adlı eserinde şöyle anlatır:

'‘Fayda ilkesi ile her ne tür olursa olsun bütün eylemleri onaylayan ya da onaylamayan eylem kastedilir.  Bu onaylanma ya da onaylanmama eylemden etkilenen kişilerin mutluluğunu arttırma ya da azaltma eğilimine, bir başka ifadeyle mutluluk ya da tersini ortaya çıkarma eylemine bakılarak yapılır. Fayda ilkesi sadece bireylerin değil, hükümetin de ölçüsüdür''.(1)

Böylelikle şu sonuç ortaya çıkar: ister bireylerin ister hükümetin kararları toplumun mutluluğunu arttırıyorsa doğru, eğer tersi bir eğilime sahipse yanlıştır. Buradaki fayda kavramı çok muallakta kalmış gibi görülse de Bentham sık sık metinlerinde ‘haz’, ‘iyilik’ ‘fayda’ ve ‘çıkar’, ‘mutluluk’ kelimelerini birbirleri yerlerine kullanır.(2) Bentham için doğanın insana verdiği bu iki ‘efendiye’ göre insan eylemlerini gerçekleştirir ki bunlar bahsettiğimiz haz ve acı kavramlarıdır. Ne yapılması gerektiğini, yani ‘ought’u belirleyen kavramlar da bu iki efendimizden başka hiçbir şey değildir. (3)İnsan doğası itibariyle hazza yönelip acıdan kaçmaya programlıdır, Bentham için yapılacak şey ise hazzı maksimize etmektir. Tüm sosyal kurumları da bu şekilde analiz eden Bentham iktisada ve serbest piyasa da bu gözle bakmaktadır. Burada yaptığı toplum vurgusu ilk bakışta kollektivist bir tavırmış gibi gelse de ilerleyen zamanda böyle olmadığını göreceksiniz.

Bentham VE Özgürlük

Özgürlük kavramı liberal anlamda ‘baskının yokluğu’dur, yani bir nevi otonomidir. (4) Bir Liberal olan Bentham ise özgürlüğü savunusunu fayda prensibine dayandırmaktadır. Bahsettiğimiz gibi eğer insanın doğası acıdan kaçmak ve hazza yönelmekse ve bireylerin amaçları da hazlarının peşinden koşmak ise bu durumda bireye olağanca alan açılmalıdır. Bunun yanında bireyler kendi hazlarını maksimize edeceğini düşündükleri yaparken tatmin olurlarken bir baskı durumunda korkuya kapılacaklardır. O halde bireylere otonomileri teslim edilmelidir. Çünkü toplumun teker teker bireylerin toplumundan başka hiçbir şey olmadığını savunan Bentham için topluluğun mutluluğundan kastedilen şey ‘teker teker’ bireylerin mutluluğundan başka bir şey değildir. (5)

 Bireyler ise teker teker var oldukları ve biricik olduklarından dolayı ve ancak kendilerine haz getireceğine inandıkları şeyleri yapınca mutlu olabilen canlılar olduklarından dolayı bir başkasına zarar vermedikleri durumlarda otonom olarak kendi başlarına karar almaları hem kendi faydalarını hem de teker teker bu bireylerin toplamından başka bir şey olmayan toplumun faydasını maksimize edecek yegane şeydir ki işte tam olarak bu, hürriyettir.


Bir örnek verelim, Alperen bir birey olarak kendini tanımakta ve x işini yapacağı zaman mutlu olacağına inanmakla beraber bu toplumun geneli için anlamsızdır. Alperen’in bir birey olarak kendini elbette ki kendisi olmayan insanlardan daha iyi tanıdığı gibi oldukça makul bir varsayımda bulunan faydacı için, Alperen’in kendisinin haz alacağı şeyi yapması hem olası çıktıların faydasını maksimize edecektir ki bunun hem kendisi hem de toplum adına birçok faydası vardır, bunun yanında Alperen de basit bir insan olarak haz ve acı prensiplerini takip eder ve kendi faydasına olmayacağını düşündüğü bir şeyi yaparak asla mutlu olamaz. Eğer faydacının amacı haz maksimizasyonu ise anlaşılacağı üzere bireylerin otonomilerini onlara teslim etmek olmalıdır. O halde Alperen burada kendi fikrinin peşinden gitmeli ve hazzını maksimize etmelidir. 

İşte yasamacının görevi ise olabilecek en az fedakarlık ve acı ile olası en yüksek hazzı yakalamak olmalıdır.(6)

Not: Aslında burada bir kabullenme de söz konusudur. Bentham için ideal durumu bireyin bir eylemi yapacakken önem ağırlığını genel faydaya yaslamakla beraber kendisini de düşünerek yapmalıdır ve bu eylemlerin kime ne fayda sağlayacağını bir tarafsız gözlemci gibi değerlendirmeli ve bunun sonuçlarının ağırlığına göre x ya da y yi yapmaya karar vermelidir. Ancak Bentham, hayatın olağan akışı içerisinde bireylerin kendi eylemlerini gerçekleştirirken bir tarafsız gözlemci gibi olamayacakları ve aynı zamanda onların kendi hazlarına da olacağını düşünmediği şeyleri yaparken mutsuz olacaklarını öngörmüştür. O halde birey kendi mutluluğunu topluma feda edecek ve mutlu olamayacaktır, eğer her birey bunu yaparsa teker teker bireyler toplamı olan toplumdaki her insan herkesi mutlu etmeye çalışacak ancak kimse mutlu olamayacaktır. O halde Bentham çoğu durumda kişilerin kendi yararlarını gözeterek eylemler yapmalarını olumlu bulacak ve bunu toplum faydasıyla uzlaştırmaya çalışacaktır.

Verdiğim örnekteki gibi bireyler ancak kararlarında hür oldukları zaman mutlu olabiliyorsa ve onları merkezi bir otoritenin zorlamaları ancak mutsuz edecekse ve aynı zamanda biricik bireyler kendi hazlarının maksimize yolunu diğer insanlardan daha iyi hesaplama eğilimine sahiplerse bu sözün meali şudur:

‘olabildiğince az kural ve olabildiğince fazla otonomi ve özgürlük ile haz maksimize edilir.’

Bireylerin bir başkasına zararları olmadan otonom halde karar alabildikleri, yani özgür oldukları bir toplumsal durum, bu toplumu oluşturan teker teker bireylerin -ve onlar adına en uygun karar alıcı olan yine kendilerinin- haz maksimizasyonu arayışına dayalı bir toplum, yani hem iktisadi hem de siyasi özgürlüğün maksimize edildiği bir toplum potansiyel olarak en mutlu toplum olacaktır.

Bu yüzden Bentham, genelden farklı ve ilk bakışta kollektivist bir yol izliyor gibi görünse de kendisi Liberaldir. İşte tam da bu yöntemi iktisada vurduğumuz zaman neden Bentham’ın devlet müdahalesini olabildiğince minimize etmek istediğini anlayabiliriz. Bireyler nasıl ki etik alanda otonom olduklarında çıkan sonuçlar daha fazla hazzı getiriyorsa benzer şekilde iktisatta da bu değişmez. (7)

Bentham’ın iktisadi görüşleri hakkında alabileceğimiz ipuçlarının en basiti Adam Smith’ten ‘politik ekonominin babası’ ve büyük bir usta olarak bahsetmesidir ki 1787 yılında yazdığı ‘Tefeciliğin savunması’ kitabındaki argümanları temel olarak ‘rıza’ kavramı ve ‘sözleşme özgürlüğü’ne dayanmaktadır. "Sözleşmeleri zincirleyen siz; insanın özgürlüğüne kısıtlamalar koyan sizler, bunu yapmanız için bir neden belirlemek ... size düşüyor." …. "olgun yaşta ve aklı başında, özgürce hareket eden ve gözleri açık olan hiç kimsenin ... uygun gördüğü şekilde para kazanmak…’(8) görüleceği üzeredir ki bunlar liberal argümanlardır. Bentham bu fikirlerinin utiliteryen temelini ise muhtemelen yukarıda bahsedilen otonomi ve özgürlük savunusu ile yapmış olmalı. Ona göre iktisadi alanda da olabildiğince fazla serbest piyasa ve olabildiğince az devlet teker teker bireylerin maksimum hazzı ve verimliliği anlamına gelirdi ki bu da toplumun mutluluğunun maksimize olması demekti. Anlaşılacağı üzere Bentham, olabildiğince az devlet müdahalesi ve olabildiğince çok serbestiyet fikri ile akıllarda canlanan bir ‘devletçi, zorba faydacı’ imajının tam tersi yönünde ilerler ki aynı kişilerin kendi hazlarını maksimize etme ve kendi kararlarını almadaki verimliliklerini vurgusu onun aynı zamanda ‘’olabildiğince çok sivil toplum ve az sosyal devlet’’ şeklinde özetlenecek görüşler geliştirmesinde de etkili oldu.

 

JOHN STUART MİLL

Faydacı teorinin özgürlük ve bireysellik hakkında neler söylediği sorulduğunda asıl kendisine başvurulan kişi olan Mill için ise özgürlük ‘otonomi’ anlamındadır. Yani bireyin dış baskıların yokluğunda kendi kendini yönetiebilmesi (self-governing) bir insan olabilmesidir. Bentham’ın otonomi fikrini benimseyen Mill için her birey hazzını maksimize etmek isterken aynı zamanda biricik yapıdadır. O halde nasıl farklı türde bitkiler farklı büyütme yöntemlerine sahipse her bireyin fayda maksimizasyonunun farklı bir süreç izlemesi kadar doğal hiçbir şey yoktur.(9) Hem bireyler kendilerini potansiyel olarak diğerlerinden daha iyi tanımaktadır hem de karar alırlarken kendi rızalarını gözetmeleri yani gönüllü olmaları, onları mutlu edecektir. Teker teker bireylerin istedikleri yaşam tarzını seçip, kendi eylemlerini planlarken son karar alıcının kendileri olmaları ise bir bireyci olan Mill için onların faydasını maksimize edecekken bu toplum için de fayda maksimizasyonu demektir. Yani özgürlük ve bireysellik iyidir, çünkü hazzı maksimize etmenin yegane yoludur.

‘…Farklı insanlar ruhsal gelişim açısından farklı yaşam koşullarına ihtiyaç duyarlar. Her bitkinin yetişme ortamı birbirinden nasıl farklıysa, bütün bireylerin de aynı ahlaki ölçütlere sahip olması beklenemez. Bir kişinin gelişimine sebep olan koşullar, bir başka bireyin gelişimini durdurabilir. Bir birey, belirli bir yaşam tarzında kendini geliştirebiliyor ve tatmin olabiliyorken, bir başka birey aynı yaşam tarzında tam anlamıyla bir çöküş yaşayabilir. Bireylerin yaşam tarzları birbirleriyle aynı olduğu sürece, bireyler ne mutlu olabilirler ne de düşünsel, ahlaki ve estetik ideallerine ulaşabilirler.’(10)


Bunun yanında Mill için özgürlük, Brntham’ın hayal ettiği kadar basit ve mekanik bir ‘araç’ değildir. Özgür olmak, bir nevi sonuçlarından bağımsız olarak kendinde mutluluk getirir. Bireysellikten mutlu olma hali onun için insan doğasında vardır.

‘Fikirlerimizi insanoğlunun tek ya da birkaç yapıya bağlı olarak modellenmesi için bir sebep olmadığı için savunuyoruz. Eğer bir kişi, yeterli dereceden sağduyuya ve deneyime sahipse, kişinin kendi iyiliği için kendi istediklerini yapmaya karar vermesi iyi bir şeydir. Kişinin kendi istediklerini yapması ‘en iyi yol’ olduğu için değil, kişinin ‘kendi yolu’ olduğu için savunulmaktadır. İnsanlar koyun değildir. Hatta koyunlar bile birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilebilen canlılarlardır. Bir insan, ölçüleri alınmadan bir çift ayakkabı ve palto bile alamazken, aynı insandan tek bir yaşam tarzını kendine uydurmayı beklemesi saçmadır. İnsanların hepsinin farklı zevklere sahip olmaları bile, hepsinin tek bir yaşam tarzına uydurulamayacağının kanıtıdır.’(11)

Bunun dışında Mill hem böylelikle yaşam tarzları için bir özgürlük savunusu yaparken düşünsel mutluluğun sağlanması için özgür bir düşün ortamı ve bunun yanında kişilerin fikirlerini herhangi bir baskı veya otorite olmadan özgürce ifade etmesinin olmazsa olmaz olduğunu vurgular. Bunun yanında pratik sonuçları da toplum için faydalıdır.(12)

İktisadi alanda ise Mill, Bentham’ın ‘çıkarları peşinde koşan bir varlık olarak insan’ görüşünü devam ettirmiş ve homo economicus a inanmıştır. O bireydir ki rasyoneldir ve her zaman kar-zarar hesabı yaparak en az emekle çıkarını maksimize etmeyi, yani faydacı bir tabirle mutluluğu amaçlar. Bireylerin ise kendi çıkarları peşinde koşmaları nasıl etik alanda bazı sınırlar dahilinde toplam çıkarı maksimize ediyorsa aynı şekilde rasyonel bireylerin kendi çıkarları peşinde koşmaları iktisadi alanda da fayda maksimizasyonunu sağlayacaktır. Bunun yanında siyasi özgürlük ve iktisadi özgürlük beraberdir ve birbirlerinden ayrılamazlar. Siyasi alanda tam olarak bir liberal olan Mill için ise iktisadi alanda da bireylerin hükümet müdahalesi olmadan hür olmaları gerektiği kaçınılmazdır. Hükümetin her şeye el attığı bir ortamda bireyler iktisadi özgürlüklerinden mahrum kaldıkları gibi serbestçe yeteneklerini geliştiremeyecek ve köreleceklerdir. Bu ise hem mutsuzluk, hem de verimsizliğe yol açacaktır.(13)

Mill için rekabet ise ‘fizik alanında güneş ne ise iktisat için odur’(14) Rekabetin genişlemesi hem birey hem de toplum için iyidir. Çünkü rekabet bireyleri olabilecek en karlı işleri yapmaya zorlar ve onların yeteneklerini tam olarak kullanmaları adına bir araç olur, rekabet iyi çalışanı ve yeteneklerini tam kullananı ödüllendirdiği gibi iktisadi alanda da en verimli durumu yaratacak yegane şeydir. Rekabet arz ve talebi dengeler ve fiyatları dengede tutar, bunun yanında rekabet her zaman üreticiyi daha çok malı daha ucuza satmak adına yeni yollar bulmaya iter ki, piyasada daha çok tercih edilsin ve sermayesini genişletebilsin. Bu işlevi ise gelişmedir, yeni teknolojik gelişmeler yapmak adına motivasyon yaratan bu durum son tahlilde hem tüketiciler için fiyatları ucuzlatır hem de maliyeti indirir. Son olarak ise esneklik işlevini sayabiliriz. İhtiyaçların ve zevklerin devamlı gelişmesi ve değişmesi bir gerçektir ve ancak üreticilerin kazançlarının bizzat tüketicilere bağlı olduğu bir serbest piyasa durumunda üreticiler ayakta kalmak için tüketicilerin zevklerinin yönünde ilerlemek adına en büyük teşviğe sahiptirler. (15) Rock müziğin popüler olduğu bir ortamda sadece klasik müzik satışı yapan biri ayakta kalamaz, o da tüketicilerin yeni zevklerine ayak uydurmak zorundadır ki bu durum tüketicileri tatmin eder ve onları mutlu kılar.

Gelir dağılımı

Mill için dağıtım yasaları denen şey fizik yasaları gibi değiştirilemeyen ve mutlaka uyulması gereken şeyler değildir. Hükümet daha fazla fayda sağlayacak şekilde malların kazancının dağıtımını yapabilir. Bunun yanında Mill için doğal durum pek de arzulanır değildir, devletin bazı konulardaki müdahaleleri ve daha da önemlisi sosyalize edilen vergiler olmadıkça güçlü olanların güçsüzleri ezmesi kaçınılmazdır, nasıl doğal siyasal durumu yok ederek insanlar devleti var ettiyse piyasada da bazen bir hakem, bazense bir koruyucu olarak devlet bulunmalıdır. Onun için doğal haklar geçerli olmadığından mülkiyet hakkı da sağladığı faydalar dışında herhangi bir ölçüte sahip olamaz, o halde hükümet güçsüzleri korumak adına gerektiğinde bu hakkı sınırlamalıdır. Özellikle miras gibi çalışarak hak


edilmeyen mülkiyetler bireylerin eşit şartta yeteneklerini yarıştırmalarını engellediği için sınırlanmalıdır. Çalışılarak elde edilmeyen kazançlar onun için pek bir meşruiyete sahip değildir ve olabildiğince sosyal harcamalara ve fırsat eşitliğini sağlamak yönünde kullanılmalıdır. (16)Dikkat ederseniz Mill’in derdi rekabet veya piyasa ekonomisi değil, bu ekonomideki yarışmacıların daha iyi koşullarda başlamaları ve yarışmanın adil olmasıdır. Bu yüzden ona bir sosyalist denmese bile klasik liberallerle bu noktada ayrılarak ‘sosyal liberalizm’in öncülerinden olmuştur, ancak her halükarda Mill hala liberaldir ve piyasacıdır.

 

Bauman’ın İddiaları

Modernizmin her boyutta totalitarizm ile bağlantılı olduğunu savunan, postmodern felsefenin sosyoloji kısmında önemli çalışmalar ortaya koyan ve buradan da liberalizmle pek de haşır neşir biri olmadığını anlayabileceğimiz Bauman, bu yazı dizisinde utiliteryenlerin iddialarını kendi silahları ile vurmaya çalışacak. **

1.Bölüm: 80 sonrası piyasaların serbestleşmesi ve sosyal devletin gevşetilmesi hakkında yorumlar, liberallerin insan doğası ve kişisel çıkar tasavvurları hakkında yorumları.

Bauman kitabına günümüzdeki eşitsizliği anlatarak giriş yapar. 2000 yılında yetişkin nufüsün en zengin %1 i dünyadaki zenginliklerin %40’ına sahipken, en zengin %10’luk kısım toplam zenginliğin %85’ini elinde tutmaktadır. Bauman, kitabında hiçbir dönemde en zengin ülkelerle fakir ülkelerin arasının bu kadar açılmadığını vurgular. Bauman, bunun yanında insanların giderek daha zor iktisadi ve sosyal şartlar altında kaldıklarını yazar:


‘’
Hayatta kalmak ve kabul edilebilir bir yaşam sürmek için gerekenlerin gittikçe zor bulunur ve zor ulaşılır olması…’’

Daha sonra serbest piyasanın bireysel çıkarların toplam faydayı maksimize ettiği iddiasının tamamen yalanlandığını iddia eder. Hatta bunu piyasacılar bile itiraf ediyordur.

"Artan gelir eşitsizliği sosyal açıdan istenmeyen bir durum olsa da eğer herkes zenginleşiyorsa sorun yaratmayabilir. Ancak ekonomik gelişmenin nimetleri zaten yüksek gelirli olan nispeten az sayıda kişiye gidiyorsa, ki esasen bugün olan da budur, bir sorun oluşacağı barizdir’’

İlerleyen sayfalarda artık tarihteki haklar çağının kapanmakta olduğu ve orta sınıfın giderek korumasız olduğundan bahsetmektedir. Bunun yanında sosyal devlet sistemlerinin zayıflaması olumsuz bir etkiye sebep olmuştur. Zenginler devamlı zenginleşirken fakirler fakirleşmeye devam etmektedirler. Kısaca Bauman için günümüzdeki durum rezildi, peki ya madem rezilse insanlar neden hala daha bu sisteme katlanıyorlardı?

Bu durumun sebebi onun için günümüzde yapılan propagandalardır. Özellikle ünlü Neoliberallerden Teatcher’ın şu sözleri, eşitsizliği kutsayan bu saplantının temel görüşlerini ortaya koyar:

Bireylere değer vermemizin nedenlerinden biri, tümünün aynı olması değil, hepsinin farklı olmasıdır.  Bence, Eğer bunu yapabilecek potansiyelleri varsa çocuklarımızın uzamasına, bazılarının uzayarak diğerlerini geçmesine izin vermeliyiz. Çünkü hem kişinin kendi çıkarı hem de bütün olarak toplumun menfaati için her bir vatandaşımızın potansiyelini tam olarak kullanabileceği bir toplum yaratmalıyız.

Thatcher’ın bu söylediklerini doğru kılan 2 öncül şunlardır.

1.İnsanların yetenekleri maruz kaldıkları sosyal koşullardan ziyade tıpkı fiziksel özellikler gibi gücünü doğuştan alır.

2. Her birey çıkarlarını takip ederek toplam faydayı maksimize eder.

Bunun yanında hiçbir gerçeklik payı olmamasına rağmen birçok piyasacı için şu görüşler geçerlidir:

( 1 ) Elitizm faydalıdır (çünkü tanım gereği, sadece nispeten az sayıda kişinin sahip olduğu yetenekler geliştirilerek çoğunluğa fayda sağlanabilir);

(2) Dışlama toplumun sağlığı için hem normal hem de gereklidir; hırs daha iyi bir yaşam için faydalıdır.

Bauman bununla da kalmaz ve şunu da ekler, ‘’homo economicus’un’’ tüm özelliklerini aşağılamaya başlar:

‘’İnançları ve niyetleri ne kadar asil ve ulvi olursa olsun, insanların çoğu kendilerini düşmanca , kinci ve hepsinden öte inatçı gerçeklerle (her zaman her yerde olan hırs ve yozlaşma, her tarafta rekabet ve bencillik gerçekleriyle bunlardan kaynaklanan, karşılıklı şüpheyi ve sürekli teyakkuz halinde olmayı önerip yücelten gerçeklerle) yüzleşmiş halde buluyor.’’

İnsanların çoğu ise tüm bu günümüz toplumunun temellerini oluşturan bu özelliklerin ne kadar kötü olduğunu bildikleri halde boyun eğmektedirler. Çünkü onlar bu sistemin bazı soyut ilkeler ve sosyal anlaşmalar, inşalar üstüne kurulmuş yapay bir yapı olduğunu değil, tıpkı fizik yasaları gibi ‘eşyanın doğası’ olduğunu zannederler, o zaman nasıl ki fizik yasalarından kaçınılması imkansız ise günümüz tüketim toplumunun bu nahoş özelliklerinden de kaçınılması imkansızdır ve bu yolda harcanan tüm çabalar beyhudedir. Tarihin sonu bellidir ve ona itaat edilmelidir.


Liberallerin eşyanın doğası olarak saydıkları özellikler ise şunlardır :

1 . İnsanların bir arada yaşamasından kaynaklanan tüm sorunların (ve her bir sorunun) üstesinden gelmenin ve bunları çözebilmenin tek yolu ekonomik büyümedir.

2. Sürekli artan tüketim ya da daha doğru bir ifadeyle yeni tüketim nesnelerinin dolaşımının hızlandırmak insanın mutluluk arayışını tatmin etmenin belki de tek, muhtemelen esas ve en etkili yoludur.

3. İnsanların eşit olmaması doğaldır ve insan hayatındaki olasılıkları kaçınılmazlıklara göre düzenlemek hepimiz için faydalıdır; yaşamın kaideleriyle oynamak herkese zarar getirir.

4. Rekabet (iki yönüyle: hak edenlerin yükseltilmesi ve hak etmeyenlerin elenmesi/alçaltılması hem sosyal adaletin hem de sosyal düzenin sağlanması için aynı anda gerekli ve yeterli koşuldur.

Bauman için bunlar hakkında hiçbir kanıt yoktur, ancak tüm piyasacı ve liberal politikalar bu ilkeler üzerine kuruludur. O halde bir liberalin bunlara dair kanıt sunma yükümlülüğü vardır (yazı içinde teker teker ele alacağım)

CÜZDANIYLA OY VEREN SEÇMENLER

‘’Its the economy, stupid’’ bu söz Bill Clinton’un 1992 kampanyasına ait olmakla beraber bir zeigeist’i özetler. Günümüzde özellikle de Amerikan siyaseti ekonomik söylemler tarafından domine edilmiştir. Seçmenler artık kime oy vereceklerini seçerken kişilerin sosyal ve dış politika planlarından ziyade ‘cüzdanlarına kaç para gireceğini’ hesaplamaktadırlar.  Seçtikleri kişinin insan haklarındaki sicili çok


kötü olabilir veyahut dünya görüşü seçmenlerinin bir kısmına ters gelebilir ancak bu kişi iyi bir ekonomik büyüme vaadediyorsa günümüz paradigmasında bir seçmenin yapması gereken ve aynı zamanda yaptığı şey o kişiye oy vermektir. Bauman için artık kişiler iyi bir yaşamı ekonomik büyüme ile özdeşleştirmiştir. Hatta ve hatta politik prensiplerinden ödün vermediği için ekonomik büyüme vaatlerine kulak asmayanlar 'aptal'dırlar. Homo economicus'un sanatsal hazları veya politik ilkeleri olamaz, tüm amacı sadece ekonomik ve maddi olarak çıkar maksimiazasyonu yapmak ve bu yolda olabildiğince az tökezlemektir. Üstelik bu kanı saçma olduğu gibi ünlü ekonomistler tarafından reddedilmektedir. İnsanın ihtiyaçlarını tatmin etmek konusu onun için ‘yetersiz ürün tedariki’nin başımıza açtığı kısa süreli bir dertten ibarettir. Eğer ihtiyaçlar toplamı hesaplanabilir ve üretim kapasiteleri de bunu karşılarsa fazlasına gerek yoktur, durum stabilleşecek ve insanlar artık daha komplike hazlara yönelebilecektir. Burada faydacı liberalleri kendi silahı ile vurur ve Mill’in ‘ Politik ekonominin ilkeleri’ kitabından bir alıntı yapar:

‘’Anaparanın ve nüfusun durağanlaşması insanlığın ilerlemesinin durması anlamına gelmez. Her türlü zihinsel üretim ile ahlaki ve sosyal ilerleme için her zamanki kadar faaliyet alanı olur; zihinler geçinme derdiyle meşgul olmayı bıraktıklarında yaşam sanatının geliştirilmesi için daha fazla alan yaratılır ve gelişme olasılığı artar.’’

Ayrıca Bauman’ın kitabında Mill’in bu kitabı için ‘başyapıt’ gibi bir niteleyici kullanması garip. Daha sonra ise başka bir ünlü ekonomist olan Keynes’ten alıntı yapar:

"Ekonomi sorununun, ait olduğu arka sıralardaki yerini alacağı, insan kalbinin ve aklının yaşamın, insan ilişkileri, yaratılış, davranış ve din gibi gerçek sorunlarla (tekrar) meşgul olacağı gün çok uzak değil'’

Tüm bu söylenenlere rağmen, özellikle neoliberal dönemde yani sosyal devletin zincirlerinin gevşemesinden ziyade tahmin edilenin aksine insanlar kompleks hazlarını geliştirmekten ziyade sadece varlık peşinde koşmaya devam etmiştir. Üstelik her türlü kötülüğün suçu işçilere ve sosyal devlete atılmaya başlanmıştır:

‘’Büyümeye Geçiş krizden ders çıkarmayı başaramayıp, işgücü piyasalarının serbestleştirilmesi için uğraşmaya devam ediyor. Şu anki krize katkıda bulunan politikalar çözüm olarak sunuluyor. Daha fazla güvene ihtiyaç duyulan bir zamanda OECD'nin işçiler için korumayı azaltma önerisinde bulunması özellikle endişe vericidir.’’


Üstelik Neoliberalizm bununla da kalmaz, zenginlerin serbestçe hareket etmelerine ve onların sömürmek için en uygun yerleri kolayca bulmalarına yol açıyor, sömürüyü derinleştirmek ve insanları daha da köleleştirmekten başka hiçbir şey yapmıyor. Üstelik işgücü piyasalarındaki kısıtlanmaların kaldırılması fakirleri daha fakir yapıyor. Gelir seviyelerine darbe vurmakla kalmayıp hayatları da sermayedarların keyiflerine bağlı oluyor. Bauman aslında burada gayet açık ve nesnel bir iddiada bulunmakta:

 ‘Neoliberalizm insanları fakirleştiriyor!’

Bauman bunun yanında bir şeyin de altını çizer, böyle bir iddia ortaya atıldığı zaman bir liberalin yapacağı ilk şey piyasaların serbestleşmesi ile toplam varlıktaki artışın arasındaki bağlantıyı ortaya koymaktır. Ancak Bauman için liberallerin gözden kaçırdığı şey, toplam varlıktaki artışın eşitsizliğin artışı ile paralel gitmesidir. (Bu liberal için bırakalım negatifi, pozitif bir özelliktedir.)

Sonra ise damlama teorisine saldırmaya devam eder.

‘’Zenginlerin daha da zenginleşmesinin, varlık ve gelir hiyerarşisinde aşağıda kalanlar şöyle dursun, sıralamada kendilerinden hemen sonra gelenlere bile faydası yoktur; varlığın yukarıdan aşağıya yayılacağını söyleyen hayali "merdiven', gittikçe tıkanmış bir eleğe ve aşılamaz bariyere dönüşüyor. "Ekonomik büyüme" az sayıda insan için servet artışı, sayılamayacak kadar çok olan diğerleri içinse sosyal statüde ve kendine saygıda hızlı bir düşüş anlamına geliyor.’’

Üstelik bu damlama teorisi reel ekonomiye de kesinlikle zarar vermektedir:

‘’Modern ekonomi teorisi, denetimsiz piyasaların daha geniş ekonomiye fayda sağlayacak şekilde işleyeceğini öngörür. Bununla birlikle, bankaların küresel ekonomiye kontrolsüz kredi pompalamasına yol açan şey ahlaksız teşvikler olmuştur. Bir sermayeciler kuşağı böylece zenginleşirken, bu durum "reel ekonomiyi'' tıkayan işlemlerin yaygınlaşması yoluyla gerçekleşmiştir.  Para yeni varlıklar, iş sahaları ve iş imkanları yaratmaktan ziyade zaten varolanın transferi yoluyla şirket satın alımlarına, özel sermayeye, mülke, çeşitli spekülatif işlemlere ve servet birikmesini beraberinde getiren finansal ve


endüstriyel faaliyetlere aktarılmştır.’’

Tüm bu verilen örneklerden yola çıkarak, Bauman’ın argümanı kısaca şudur:

"Kredi veren ve finansal kuruluşların serbestleştirilmesi ve özelleştirilmesi yüksek kazançlar, Komisyonlar ve primler sağlayarak finans endüstrisinin tepesindekilere kolay para kazandırırken, "reel ekonomide’’ yaşayan ve çalışan, aynı zamanda hayatlarının seyri ekonomideki iniş çıkışlara bağlı olan milyonlarca kredi lehtarının zaten yetersiz olan varlıklarını daha da kurutmaktadır.’’

Damlama teorisi, alt kesimi sömürmekten başka hiçbir şey yapmamıştır.

Evet, Bauman’ın yorumlarının birinci kısmında ana eleştiri kaynakları liberallerin insan doğası hakkında varsayımları ve kişisel çıkarı yüceltmeleri, ekonomik büyümeyi yeni bir din haline getirmeleri ve 80 sonrası piyasalardaki serbestleşmeydi. Bir sonraki yazıda bu iddiaları hem teorik, hem de ampirik veriler ışığında bir liberal nasıl cevaplayabilir? Sorusu karşınızda olacak. Bu arada, 80 sonrası serbestleşmenin sadece bir re-regülasyondan ibaret olduğunu ve sadece yeni bir devletçilik yönteminden başka bir şey yaratmadığını söyleyen Kevin Carson gibi sol liberteryenlerin iddialarını da ortaya koymaya çalışacağım.

19 Ocak 2023, Alperen Özali

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

(1)   Bentham, Jeremy, Yasamanın İlkeleri, Barkın Asal, On İki Levha Yayıncılık,2011

(2)   Aydın, Metin, Klasik faydacılık  (Utilitarianism), ESKİYENİ Yayınları,2022

(3)   Aydın, Metin, Klasik faydacılık  (Utilitarianism), ESKİYENİ Yayınları,2022

(4)   Crimmins, James, The Bloomsbury Encyclopedia of Utilitarianism, Bloomsbury Academic,2017

(5)   Aydın, Metin, Klasik faydacılık  (Utilitarianism), ESKİYENİ Yayınları,2022

(6)   Aydın, Metin, Klasik faydacılık  (Utilitarianism), ESKİYENİ Yayınları,2022

(7)   Crimmins, James, The Bloomsbury Encyclopedia of Utilitarianism, Bloomsbury Academic,2017

(8)   Rothbard, Murray N., Jeremy Bentham: From Laissez-Faire to Statism, Mises İnstute, Mises Institute, 02/04/2019, https://mises.org/library/jeremy-bentham-laissez-faire-statism

(9)   Mill, John Stuart, Özgürlük Üzerine, (Çev.B. Tartıcı), Kutu Yayınları, 2019

(10)           Mill, John Stuart, Özgürlük Üzerine, (Çev.B. Tartıcı), Kutu Yayınları, 2019

(11)           Mill, John Stuart, Özgürlük Üzerine, (Çev.B. Tartıcı), Kutu Yayınları, 2019

(12)           Mill, John Stuart, Özgürlük Üzerine, (Çev.B. Tartıcı), Kutu Yayınları, 2019

(13)           Aydar, Selahattin, LİBERALİZMİN TEMELLERİ: FAYDACILIK VE DOĞAL HUKUK ÜZERİNE BİR İNCELEME, Uluslararası Anadolu Sosyal Bilimler Dergisi, 2021 5-1, 309-328

(14)           Doğruyol, Adnan ve Şükrü Cicioğlu, BİR İKTİSAT BİLİMİ İKİLEMİ: İNGİLİZ DÜŞÜNCESİNDE ETİK VE FAYDACILIK EKSENİNDEN J.S.MILL VE MORAL TEORİSİ, SAKARYA İKTİSAT DERGİSİ,2013 5-3

(15)                   Doğruyol, Adnan ve Şükrü Cicioğlu, BİR İKTİSAT BİLİMİ İKİLEMİ: İNGİLİZ DÜŞÜNCESİNDE ETİK VE FAYDACILIK EKSENİNDEN J.S.MILL VE MORAL TEORİSİ, SAKARYA İKTİSAT DERGİSİ,2013 5-3

(16)                   Doğruyol, Adnan ve Şükrü Cicioğlu, BİR İKTİSAT BİLİMİ İKİLEMİ: İNGİLİZ DÜŞÜNCESİNDE ETİK VE FAYDACILIK EKSENİNDEN J.S.MILL VE MORAL TEORİSİ, SAKARYA İKTİSAT DERGİSİ,2013 5-3

(17)                    

** Bauman kısmında yaptığım tüm alıntılar, kendisinin ‘‘Azınlığın zenginliği hepimizin çıkarına mıdır?’’ kitabından kendisinin aldığı alıntılar ve kendi alıntılarından alınmıştır.

Bauman, Zygmunt, Azınlığın zenginliği hepimizin çıkarına mıdır?, Hakan Keser, Ayrıntı Yayınları, 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder