yazılarımızdan arayın

Mill etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mill etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2023 Pazar

ÖZGÜR İNSAN, ÖZGÜRLÜĞÜ MÜ ARZU EDER? VEYA ÖZGÜRLÜĞÜN 'NE'LİĞİ ÜZERİNE

 3) "Özgür kişi, her gün yaşarken, yapabildiği kadar çok, doğru değerlendirmelere da-yanarak ve insanın değeri ile değerlerin bilgisini de hesaba katarak eylemde bulunan kişidir."
İoanna KUÇURADİ (Çağın Olayları Arasında)


ÖZGÜR İNSAN, ÖZGÜRLÜĞÜ MÜ ARZU EDER? VEYA ÖZGÜRLÜĞÜN 'NE'LİĞİ ÜZERİNE

Özgürlük kavramı, belki de tarih üzerinde en çok tahakküm sahibi olan kavramdır. O ‘’Özgürlük’’ içindir ki, Fransız, 1830 ve Amerikan ihtilalleri yaşanmıştır. Binlerce insan makamlarından atılmış, soğuk giyotinin demirleri ile tanışmıştır. Ya bu kadar büyük bir tahakküm alanına sahip olan özgürlük nedir?


Özgürlüğün neliği hakkında o kadar fazla şey yazılmıştır ve bunların hepsi öyle muallaktır ki bu sisli sokaklarda yolumuzu bulmak adına tarihsel bir yolculuk yapmak gerekir.
İnsan Dünya adlı sahneye çıktığından itibaren sosyal olan, karar alan ve bunları sadece tek başına değil ancak hep grubunun etkisi ile alan bir canlıdır. Yani hem sosyaldir, hem de örgütlüdür. Bu durumda, dilin tanıtsal ve tanımlayıcı işlevine dayanarak yaşadığı ve hissettiği, düşündüğü ve idealize ettiği bazı durumları diğer insanlara iletebilmek adına bazı kavramlar sayesinde kelimeler yaratılmaya başlanır. Bir yandan da  sosyal bir varlık olarak insan aynı zamanda çıkarcı ve psikolojik olarak egoist bir yaratıktır. ‘Aklımız tutkularımızın kölesidir.’ Derken Hume tamamen haklıdır. İnsan, doğduğu andan itibaren yaşadığı tatmin oluş deneyimini, yani hazzını maksimize etmeye çalışırken bir yandan da yaşadığı mutsuzluğu, yani acıyı minimize etmeye çalışır; kısaca tamamen çıkarlarını maksimize etmek üzere kurulu bir biyolojik saattir. İşte böyle bir oluşta olan insan başkalarıyla beraber yaşar ve bu başkaları ile istençleri, haz üzerine kurulu doğası çatışma halindedir. Siz x dalındaki elma ağacını gördünüz ve almak istediniz ancak yalnız değildiniz. Ben de oradaydım ve sizin gibi ben de o elma ağacını gördüm ve onu talep ediyorum, ikimizin çıkarları çatışma durumuna gelmiştir ve sosyal düzen adına tehlike çanları çalmaya başlamıştır. İnsanların tutkuları birbirleri ile çatışsa da vurguladığım üzere sosyal bir varlıklardır ve bu yüzden siz ve benim, çıkarları çatışan iki haz üzerine kurulu makinenin


uzlaştırılması gerekir. Bu uzlaştırma için bizden daha adil ve erdemli olduğunu kabul ettiğimiz yani bizden sosyal açıdan daha fazla tahakküm alanına sahip bir insanın kabul edilmiş olması gerekir. Bu kişinin bizim üzerimizde yaptırım hakkı vardır, işte bu kişi otoritedir. İnsan, tarihin başında tamamen özgürdür ancak şimdi başında bir tahakküm bulunur. Burada kastedilen özgürlük ‘pozitif’ anlamdadır. Yani bir şeyi engelsiz halde yapmak demektir. Bu Özgürlük, diyalektik ile otoriteyi yaratmıştır ve insanın sosyal olayları nitelendirme aracı olarak ‘dil’ yeni bir kelimeyi, ‘Otoriteyi’ hayatımıza katmıştır. Özgürlük kavramı olmadan otorite, otorite kavramı olmadan da özgürlük anlaşılamaz.
Otorite’yi icat eden insanlık, bundan pek memnun olmuş olacak ki biz tarihin önemli bir bir bölümünde mutlak otoritenin egemenliğini görürüz. Artık sadece bir hakem yoktur, cellat da hayırsever de aynı kişidir. Önceden her şeyi sınırsız özgürlük altında yapabilen insan şimdi ya kraldan ya da göklerden izin almadan kılını kıpırdatamaz hale gelmişti. Burada ise tarihin akışı içerisinde bizler şunu fark etmeye başlarız, doğrusu ‘İnsanlık’ şunu anlamaya başlar: Bu atanılan hakem, her zaman iyi kararlar veremez ve nereden icazet ve yetki aldığını söylerse söylesin bu onun yalan söylemediğine veyahut da o yetkileri yanlış yorumlamadığını gösteremez. Böyle bir yönetim ise şüphesiz kan ve acı getirmekten ve halkını mutsuz etmekten başka bir şey yapamaz. Bu şüpheci yaklaşım, otoriteye bir şerh koyar. Artık otoritenin bir sınırı vardır ve artık bu hakem, bu kırbaç denetlenmelidir. Biz, işte tam bu noktada özgürlük ve otorite diyalektiğinin yeni bir safhasına girmiş oluruz, mutlak özgürlük nasıl ki mutlak otoriteyi yaratıyorsa şimdi de mutlak otorite tarihin akışı içerisinde kendi kendini baltalamış ve bir ‘negatif özgürlük’ anlayışını doğurmuştur.  Özgürlük, negatif özgürlük anlamında, 'rönesans' yaşamaya başlar. Tarih öncesinde ‘istenilen şeyi sınırsız bir halde yapabilmek’ anlamına gelen ‘’özgürlük’’, artık ‘bir otoriteden bağımsız olabilmek, bir şeyin esiri olmamak’ anlamına gelir. Önceden bir tabanca olan özgürlük, artık otorite tabancasına karşı bir çelik yelek olagelmiştir.


 Burada şerh düşmek gerekir ki benim yaratmaktan kastım bir mistik yaratım veyahut Marksist bir anlayış ile organizmaları bir tekil varlıkmış, onları kendilerini oluşturan şeylerden bağımsız bir oluşu ve bilinci varmış gibi görüp tüm bu sürecin bu ‘kavram insancıkları’ etrafında döndüğü sanılsın. Tüm bu süreç, teker teker düşünen zihinlerin ürünüdür. Tüm bu süreç, insan yaratımıdır. İşte kısaca özgürlüğün neliği hakkında tarihsel bir yolculuk yaptık. 


Tüm bu tarihsel olayların ışığında filozoflar özgürlük hakkında çok çarpıcı ve birbiri ile çatışan tanımlar yapmışlardır.  Rousseau ve Romalılar için özgürlük tamamen pozitif anlamdadır, biri bir şeyi yapabiliyor ise özgürdür. Liberaller için ise özgürlük ‘‘otoriteden bağımsız olabilmek’’tir. Eğer sen x otoritesinin istediği gibi yaşamıyorsan, özgürsündür. Bu, ‘…den’ münezzeh olmak anlamındadır ve tamamen negatif içeriklidir. Bir de tüm bunların yanında Stirner’ci bir özgürlük anlayışı vardır, birey hem kısıtlamalardan ve otoriteden münezzeh olmalı, hem de istediğini yapabilmelidir. Bu hem negatif, hem de pozitiftir. Hatta ve hatta bu özgürlük anlayışı, Stirner’in kendisi gibi anarşisttir. Bu anlayış hem ‘…den’ bağımsızlık hem de ‘…ı’ yapabilmek anlamına gelir, ne bir sınırlayıcı ne de bir kalıba sığabilir.
Eğer biz özgürlük hakkında gerçekten bir çıkarım yapmak istiyor isek, özellikle Stirner’ı (Stirner'in anlayışı pozitif içeriği ile Romalıların anlayışını da kapsayacaktır) ve belli gerekçelendirmelere ve kanıtmalara sırtını dayayan ve bu kanıtlar olmadan özgür olunamayan Faydacılar Liberaller arasından Mill’in özgürlük anlayışını incelememiz gerekir.

Mill’in özgür insanını anlamak için birkaç cümle ile onun düşün dünyasını özetleyelim: ‘‘İnsan, doğduğu andan itibaren hazzını maksimize etmek ister, bunu ise en verimli halde hem kendinin hem de toplumun hazzını maksimize ederek yapabilir. Birey neyin kendini daha fazla mutlu edeceğini en iyi kendisi bilebileceği için özgür olmalıdır. Teker teker bireylerden oluşan toplumda bireylerin özgür olması demek bunun sonucunda tüm toplumun faydasını maksimize etmesi anlamına gelecektir. Ancak

J.S. Mill

bunun da bir sınırı bulunur. Eğer birey kendi mutluluğunu aramanın dışına çıkıp başkalarının hayatlarını kısıtlamaya çalışır hale gelirse kısıtlanmalıdır. Çünkü bu olabilecek en fazla sayıda insanın en fazla mutluluğunu engeller. Bu kaide dışında birey otoriteden tamamen bağımsız olmalıdır.’’ Görüldüğü gibi onun için özgürlük negatiftir. Bir sınırı vardır ve o da başkalarının hayatıdır ve bunun yanında o, özgürlüğe bir amaç atamıştır. Özgür olmalıyızdır çünkü bu hazlarımızı maksimize etmenin en verimli yoludur. Onun için özgürlük verimli bir şekilde neyin faydalı olacağını bilen bir insanın başkalarından bağımsız olabilmesidir. Yani özgür olmak Mill için verimli fayda hesabını yapabilmekten geçer.


Onun özgürlük için yaptığı avukatlık neredeyse saf olarak fayda ve mutluluğa dayalıdır. Bir kimse onun hayatına belirgin bir etki yapmadığı sürece bir başkasının kötü bir hayat yaşadığını düşünse dahi ona müdahil olamaz. Çünkü bu müdahale hem müdahale edilen kişiyi mutsuz eder, hem de tüm bireysel çeşitliliklerin yok edilmesine bu anlayış kapı aralar. Eğer ben daha progresif bir hayat yaşıyor ve bundan memnunsam ve bir başkası da daha geleneksel hayat yaşıyor ve ondan mutlu ise birbirimizi bastırmanın anlamı nedir? Belki ikimiz de birbirimize göre verimsiz ve yanlış bir hayat yaşıyoruzdur, ancak ikimiz de ne tam hakikate ulaştığımızı ne de aynı hayat şartlarından geldiğimizi söyleyemezken ve siz ve ben biricik yapıda olan insanlar olarak tıpkı farklı çiçeklerin farklı derecede suya ve güneşe ihtiyaç duyması gibi mutluluk için de farklı hayat tarzlarına ihtiyaç duyduğumuzu akıl edersek bizim farklılığımızdaki problem nedir tam olarak? Birbirimizi bastırmaya çalışmak sadece karşılıklı öfkeye ve mutsuzluğa, toplumsal kargaşaya, birbirimiz ile diyalog kurup fikirlerimizi çarpıştırarak daha iyi bir dünyaya varma yolculuğumuzda karşılıklı fayda yerine ‘’tektipçiliğe’’ yol açar. Yani kısaca ne kişisel ne de toplumsal mutluluk artar. İşte bu yüzden kişiler özgür, yani otoriteden bağımsız olmalıdır.
Bu, çok rasyonel ve mantıklı bir özgürlük savunusudur ancak bu özgürlük anlayışı kendi kendisiyle çelişir. Mill için özgürlük bir amaç değil, bir araçtır ve bu araç da sadece özerk haldeki bireyin bizatihi kendisini değil, tüm bir toplumun aracı olmalıdır. Eğer özgür olmak istiyorsan felsefe mahkemesinde, filozof yargıçlar önünde neden özgür olmak istediğine dair yeterli delil sunmak zorundasındır. Ancak bu temellendirmeler ışığında sen özgür olabilirsin. Mill, kendi argümanlarıyla beraber özgürlüğü


hapsetmiştir. Ben önceden bir gerekçe sunmadan özgür olabilirdim, ben hiçbir amaçsallığa dem vurmadan istediğimi istediğim şekilde yapabilirdim ancak artık kendimi ispat etmem, gerekçeler sunmam gerekecek. Özgürlük böylelikle ortalıktaki bir elma ağacı olmak yerine bir manavın tezgahında bekleyen hale bürünmüştür. Ona öylece sahip olamam, bir fiyatı vardır. Böyle bir anlayış özgürlüğün pozitif yönünü baltaladığı gibi, negatif yönünü de kısıtlar. Yeterli argümantasyonlar yapılırsa artık birey ‘…den’ bağımsız olamaz. Yeterli argümantasyonlar ile birey ‘…ı’ yapamaz. Bu ise açıkça benim özgürlüğümün kısıtlanmasıdır. Bu, kesinlikle saf özgürlükten başkadır. Hakiki özgürlük yerine karşımızda şatoda, üzerine kendi vahşiliğini örtmek adına kıyafetler giydirip süslendirilmiş, oynanmış bir özgürlük çıkar karşımıza.


Argümanlar yolu ile özgürlük, felsefe mahkemesinin müdavimi olan ve bu özgürlüğünü kullanarak ‘yanlış hesap edilmiş’ ‘başkalarının özgürlüğünü kısıtlayan’ bir eylem yaptığı an ahlakçıların sopasından kaçamayan bir özgürlük, özgürlük değildir. İnsan artık kaosun değil, fayda-zarar tahterevallisinin denge durumuyla hareket eden bir canlı haline gelir ve böyle bir canlı ‘hakiki insan’ olsun ya da olmasın hür değildir. O, nedenler duvarını aşmadan özgür olamayan bir makine haline gelmiştir, ancak kulaklarına özgürlüğün şarkıları fısıldanır; halbuki bunlar tatlı bir seraptan öteye gidemez. Şöyle der Mill, ‘’Mutlu olabilme özgürlüğün için toplumda kaos yaratma özgürlüğünü kısıtlamalısın’’. Ben bunu yaparak belki daha fazla özgürlük alanına sahip olabilirim gerçekten, ancak bu kısıtlandığımı değiştirebilir mi? Mill’in ve Liberallerin anlayışı gerçekten bir özgürlük değildir. 


Şimdi ise diğer bir özgürlük anlayışına, Stirner’in anlayışına değinelim. Stirner için bireyi bir şey feda etmeye zorlayan – bu ona daha fazla özgürlük alanı açsın ya da açmasın- her yapı hürriyetin düşmanıdır. Toplum, bireyi evcilleştirme peşindedir. Mill gibi filozoflar ise bu vahşi bireyi ‘faydacılık’ gibi etik kuramlar ile disipline etme, bir kırbaçsız kırbaç kullanarak onun ‘istenmeyen eylemleri’ kendi kendini disipline ederek yapmasının yollarını arayarak terbiye etmeye çalışır. Bu, tahakküm değildir de nedir? Ahlakçı için insanlar, kendi idealindeki düzeni sağlamak göreviyle doğmuş çarklardan başka bir şey değildirler. Kişi faydacı olmalıdır çünkü olması gereken düzen buna dayalıdır, yaramazlık mı yaptı? Ya delidir ya da suçludur. Çabuk disipline etmeye zorla devam edilsin! Ya hapishanede ya da tımarhanede ömrünü tamamlayacaktır çünkü o yüceler yücesi ahlakçının idealini gerçekleştirmek için kendine adanan görevi yapmamıştır. Ahlakçılar ve toplum için her ‘kendi’ olmak, ‘biricik’ olmak isteyen birey düşmandır. Çünkü eğer her insan biricik olur ve koşulsuz ve şartsız halde özgür olursa, rasyonel bir şekide -ahlakçının da vaaz ettiği gibi- neyin kendisi için daha özgürlük alanı getireceğinden vazgeçip salt halde ‘kendisinin istencine ait’ eylemleri gerçekleştirirse ahlakçı bilir ki toplumda kaos


ortaya çıkacaktır.  Bir saatçi gibi 'toplumsal yapı' dişlilerini işler kılmaya çalışan ahlakçı için ise bu dişlilerin böyle kuralsızca hareket etmeleri dehşet vericidir. Ben, bir elma ağacına göz diktiğim an başkasına ait olan bu yerden bir şey çalmanın sonuçlarını düşünüp bu eylemin ‘fayda yerine acıyı’ arttırdığına ikna olup bu eylemden vazgeçerken, yani kendi kendimi disipline ederken artık bunu yapmayacağımdır. ‘O elmayı istiyorsam ve buna gücüm yetiyorsa alırım, karşımda biri varsa ve ona gücüm yetiyorsa da onu ezer geçerim’ der bir Stirner’ci. Bir biricik birey olarak, istençleri toplumla asla uzlaşmayacak ve salt özgür olmak arayışında olan bir birey olarak -ki bunun da bir sebebi çıkarımdır ancak yeri gelir ki ben hem özgürlük kavramını da üstümden atmasını bilirim, hiçbir şey üzerimde tahakküm kuramaz!- ben toplumun meselesi ile ilgilenmem, bu beni alakadar etmez. Ben hazzımın değil, haz benim kölemdir, benim çıkarlarımın kölesidir. Kendimin sahibi olarak hiçbir yapı beni dizginleyemez ve ben üzerimdeki her şeyi atmak istemekteyim. O halde özgürlük istediğim her şeyi yapabilirken bir yandan da ‘…den’ bağımsız olmaktır.


İşte hakiki özgürlük budur. Hatta bu öyle bir özgürlüktür ki ‘özgürlük’ kavramının tanımlarının sınırından bile özgür olma arayışı içindedir biricik birey. Bu biricik birey üzerinde hiçbir şey tahakküm kuramaz, ne ‘daha fazla özgürlük alanı için bazı özgürlüklerden ‘fedakarlık’ ne de ‘rasyonelite’ onu yapacağından alıkoyabilir. O ister, yapar. Muktedirdir ve yapar, insan böylelikle saf doğal haline geri döner. Stirner’ın bireyi için toplumun meselesi de umursanmamalıdır. Madem birey biriciktir, o halde onu herhangi bir şekilde kısıtlamak gerçekten özgürlük sayılabilir midir? Bu, benim çıkarımın bastırılmasıdır.


Stirner haklıdır ancak haksızdır. Bu cümlemi açmama izin verin. Haklıdır, çünkü hakikaten tam olarak özgürlüğü ister. Haksızdır, çünkü böyle bir düzende kimsenin hiçbir özgürlüğü kalmayacaktır. Kişisel olarak doğru, toplumsal olarak yanlıştır. Toplumun meselesi belki onun meselesi değildir, ancak toplumun tüm üyeleri de tek tek biricik bireylerdir ve onun özgürlük anlayışında bazı biricik bireyler özgür olamayacaktır. Benim sizi öldürebilme özgürlüğüm varsa, sizin yaşama özgürlüğünüz yoktur. Eğer siz yaşayamazsanız gerçekten de ‘salt kendi istenciniz adına’ bir eylemde bulunabilir misiniz, hayır. O halde Stirner de çelişmektedir. Hakiki özgürlük, bazılarının asla hakiki şekilde özgür olmamasına; saf halde biricik olmak ise bazılarının saf halde biricik olmamasına sebep olur.
Mill ise ‘Özgürlüğü savunduğumuz halde bazı kısıtlamalar yapılmalıdır’ argümanını bu şekilde sağlamlaştırmış olur. 


Vardığımız sonuç şudur: Özgürlük, kendi kendisini yer. Yarım özgürlük, özgürlük olmadığı gibi tam özgürlük de asla tam özgürlük olamaz. Yani özgürlük, çelişkili bir kavramdır. Bir insan asla tam olarak özgür olamaz.


Peki özgürlük çelişiktir, o halde ne olacak? Özgürlüğün rüya olduğu sonucuna varıp totaliter bir idareye göz yummalı mıyız, ya da tartışmayı burada sonlandırıp, bu arenadan çekilmeli miyiz? Elbette hayır.
Bunun yerine konunun en temeline tekrar inmeliyiz. Biz, neden özgür olmak isteriz?    
Bunun nedeni üzerine düşünüldüğü zaman basitçe anlaşılabilir. Özgür olmak ister, çünkü insan ancak baskılanmadığı ve istediğini yapabildiği zaman çıkarlarını, faydasını maksimize edebilir. Üzerine


düşünüldüğü zaman, bir hakem ihtiyacı duyulmasından negatif özgürlük kavramına kadar asıl amacın ‘nasıl daha mutlu bir hayat yaşarım’ sorusu olduğu anlaşılacaktır. Tüm bü arayışlar, daha mutlu bir yaşama kavuşulması amacının araçlarından başka bir şey değildirler. İnsanlık ''mutlak otorite''yi de kaosun zararından daha mutlu bir yaşama kavuşmak adına yarattığı gibi, ''sınırlı hükümet'' kavramını da dikta rejimlerinin tektipçiliğinin nasıl mutsuz bir toplum yarattığını ve yetenekleri baskıladığını gördükten sonra gene daha mutlu bir yaşama kavuşmak adına yaratmıştır.

İnsan doğası, hazzı arttırmak ve acıyı azaltmak üzerine kurulur ancak hem doğa, hem toplum ve bu toplumun oluşturduğu her yapı onun bu istenci üzerine bazı engeller çıkartır. İnsan işte tüm bu engellerden münezzeh olmak ister ve bununla beraber istediklerini de yapabilmeyi arzu eder.  Toplumun üzerine bindiği biri özgürce hayat tarzını ifade edemez, bu ise onun hazzına ve çıkarlarına ters düşer, ancak liberal bir ortamda bu hakka sahiptir ve bunu anlayan her insan liberal bir rejimi kesinlikle totaliter olandan daha fazla arzulayacaktır. O halde, bu şekilde özgürlüğün neden insan tarafından arzulandığı hakkında çözümlemeler yapıldığı zaman artık özgürlüğün tanımı çatışmalarına son verilebilir. Tanım çatışmalı olsun ya da olmasın, eğer biz bu istencin sebeplerini anladıysak, yani biz bu kavramın bize ‘neyi ifade etmek’ istediğini anlarsak ortada herhangi bir problem kalmamış olacaktır ve bu tanımsal, içsel ve bir bakımdan manasız olan ve bizi daha mutlu bir yaşama ulaşmaktan tanımsal ve olgusal dünyadan (insanın yapısını) temel almayan tartışmalarla alıkoyan bu bocalama hali aşılmış hale gelecektir. 


Eğer özgürlüğün istenmesinin sebebi yukarıda ifade ettiğim gibi hazzın maksimize edilmesi ise, çatışma ve kavramsal çelişki problemi de son bulacaktır. Özgürlüğün istenmesinin sebebi eğer salt bir amaçtan ziyade -ki insan doğasının buna dayanmadığı ve acı ve haz duygularını hareket rehberi edindiği, geri kalan kuramların ise bu hazzı maksimize etme aracı olduğu gerçeği bu argümanı çürütmüştür- araç olduğu ortaya konulursa, o zaman önümüzdeki tek problem bu hazzın nasıl maksimize edileceğidir. Artık bizim ‘Neden bazı kısıtlamalar, yapılan özgürlük vurgularına rağmen var olmalıdır?’ sorularıyla zaman tüketmeye işte bu şekilde ihtiyacımız da kalmaz. Bazı kısıtlamalar olmalıdır, çünkü tüm bu özgürlük istencinin temeli, Stirner’dan -onun da derdi bireyin çıkarlarının bastırılmasından başka bir şey olamazdı- Mill’e kadar hazzın arttırılması prensibine dayalıdır. Eğer durum buysa, hazzı arttırmanın belirgin olarak verimsiz durumlarına karşı bazı kısıtlamalara gitmek hem bireyin mutluluğunu, hem de toplumsal mutluluğu maksimize eder. Özgürlük problemi ancak böylelikle, onun hakkında yapılan tanımların temellerine kadar incelenmesi, tarihsel süreci incelerek aşılabilir. Bu problemi aşmanın asıl sıçrama tahtası ise deney ve gözlem alanındaki ‘insan doğası, yapısı ve istenci’dir.


‘’Özgür insan olmak’’, özgür olmak adına arzu edilmez. Arzu edilir, çünkü kişinin hazzını maksimize etmenin yegane yoludur.

 Alperen Özali