yazılarımızdan arayın

Eser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ağustos 2024 Pazar

Dionizyak ve Fütürist bir distopya: Samuray Jack


"Samurai Jack," 2001 yılında Genndy Tartakovsky tarafından yaratılan ve çizgi dizi dünyasında önemli bir yere sahip olan bir yapım olarak bilinir. Dizinin benzersiz görsel estetiği, yalnızca hikaye anlatımıyla değil, aynı zamanda atmosfer yaratmadaki ustalığıyla da dikkat çeker. Tabi bu ustalığın tam da 90'lar sonu ve 2000'ler başındaki Marilyn Manson'ların, Buff the Vampire Slayer'ların ortalığı kasıp kavurduğu bir ortamda çıktığını da unutmamak lazım. Genndy'yi Genndy'i yapan şey bana kalırsa bu dizideki hikaye değildir zira hikaye oldukça klasik bir şemada ortaya çıkar. Açıkça sanki bir ilkokul çocuğuna anlatırcasına bize nasıl erdemlilerin kazanacağını anlatan bir 'dadı dizi' vardır. Jack türlü türlü düşmanlarla karşılar ve hepsini estetik hamlelerle alt eder, alt etmesi ile hiçbir zaman övünmez hatta kazandığı zaferlerden sonra rakiplerinden özür dilediğini bile görebilirsiniz. Bu benim gibi Gotik mimari ve kültür seven biri için dizinin en büyük eksisi olabilir sanırım. Bu kadar karanlık estetiğe sahip bir dizi bize çok daha gri bir alan sunabilirdi. Ancak burada iş, biraz da biz izleyenlere kalıyor sanırım, çünkü gerçekten dikkatli gözlerle diziyi takip eden biri çok daha Nietzschean perspektiflerle iki karakteri, Dualistik bir evrenin iki vitrin mankenini ya da bir Yunan Tragedyası'nın yazgısı kaçınılmaz iki karakterini yorumlayabiliriz. 

Samurai Jack ve Dionizyaklık

DİONİZYAKLIK VE APOLLONYAKLIK

Biri -ki Jack- bize klasik bir Apollonyak olarak verilir. Aku ise onun rakibi ve binlerce yıldır kök salan Batı'nın Apollonyaklığının ötekisi ve günah keçisi olan Dionizyaklığı temsil eder. Zannedersem dizi üstüne bir deneme yazılacak ve gerçekten bir eser yorumlanacaksa bunu daha da açmalı, derine inmeli ve Yunan Tragedyalarına dönmeliyiz. Bunu başka bir zaman yapmayı planlıyorum. Basitçe şunu diyebiliriz ki Apollonyaklık durgunluk, ahenk ve rasyonelite, düşüncenin maddeye üstünlüğü olarak tanımlanabilirken Dionizyaklık ise maddenin ve hazzın egemenliği, doğaya teslim oluş ve dürtüsellik ile açıklanabilir. Biri sınırları korumak, diğeri yıkmak üstüne vardır. Hristiyanlık ve Platonizm gibi düşünler (giderek ayırt edilemez hale gelecekleri zamanlar pek uzak olmayacaktı) genel olarak Apolloniktir denebilir, bunu ibadetlerinde de görebiliriz. İbadetler ve ritüelleri genel olarak var olan bir doğal güdüyü bastırmak üstüne kurulu olmakla beraber, Manastır kültüründen anlayabileceğimiz gibi doğaya takılan zinciri bırakmayı istemezler. Antik dönemdeki avama dönük yahut çeşitli gizli gruplarca tatbik edilen paganizmler ise dionizyaktır diyebiliriz. Pan'ın flüt çalarak deliye dönmesi masallarda dilden dile dolaşır, İskitler dünya üzerinde keneviri keyif için kullanan ilk ulus oluverir, Dionysos şenliklerinde insanlar şarapla kendilerinden geçer, günlük hayatta kontrol altına alınmak zorunda olan zincirler boşanır ve insan hayvani yanını ahlaksızlık olarak almak şöyle dursun, bunu hep aklının köşesinde tutar. Yunan Aristokrasinin diğer sınıflara olan küçümseyiciliği ya da Yunan-İskit dikotomisini de bu dionizyak-Apollonyak dualitesinden açıklayabiliriz. Kuşbakışından sonra şimdi konumuza devam edelim.

DUALİTENİN İKİ VAZGEÇİLMEZ ÖĞESİ : DEVİNİMİN KAOTİKLİĞİ AHENGE KARŞI

Dizinin estetiğini anlamak için şunu belirtmem gerekiyor ki Samuray Jack'in bize anlatmak istediği mesajın içeriği tamamen Hristiyanlığın, Platotunculuğun mesajıdır. Düşmüş ruh, haddini bil ve kendini zevke kaptırma! Doğadan sakın ve bu madde parçalarından olabildiğince kaç, çünkü bu kaotik evren zaten kötüye meyilli olan seni daha da yozlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır! Eğer gözlerini Dionysos gibi yeryüzüne dikersen ve doğayla bir olursan(metin boyunca doğa hayvansal, organizmayı baz alan ve madde üstüne yoğunlaşan bir bakışla ele alınacak) hazzın içinde kaybolup gidecek ve Tanrıyı, kutsal olanı unutacaksındır. Doğa onlar için saldırganlığın, rasyonelite yerine güdünün ve dolayısı ile olabilecek en kaotik olanın timsalidir. Oradan buraya hareket eden atomlara odaklanan birinin ahenk fikri yerine sonsuz bir devinimi benimseyeceği bellidir ve bu yüzden dünya görüşünü zaten yozlaşmaya meyilli olan bir ruhun bekçiliğine değil, tam tersine öncelikle olguyu realize edip daha sonra fark ettiği doğasını maksimize etmeye odaklanacağı açıktır. Kısacası idealar dünyasının meyvelerine ulaşmak için bu dünyadan uzaklaşmak yerine tam anlamıyla sahneye atılır.

 Jack'in hamlelerindeki sağduyu ve rasyonelite ile soslanmış 'düzenciliği' ve sakin ses tonu ile Aku'nun spontaneliği ve kontrolden çıkmışlığını şimdi tekrar düşünün, bilin bakalım Aku bu dualitede neyi temsil ediyor? Hedonizmi, yozlaşmış madde dünyası içerisinde dünyayı haz pınarı olarak algılayıp onu


değiştirmekle beraber aynı zamanda onun tüm kaotik yapısına kendini bırakan alçak bir şeytanı elbette, kalesi dahi aniden bambaşka şehirlere ışınlanır ve ani duygu patlamalarına rastlayamayacağınız bir bölüm bulamazsınız. O Jack gibi meyilli olduğu bir şeye ket vurmaya odaklanmaz ve idealar dünyasının huzuru peşinde de değildir. O öncelikle ne olduğunu anlamaya çalışır ve doğasını inceler, bunu da düşünce ile değil gözlem ve olgulardan yola çıkarak yapar. Bir hamle yaparken Samuray gibi erdemi hareket ve kazancın yani devinimin önüne atmaz, olacak olan sirkülasyonu devam ettirmeye odaklı bir canlıdır Aku. Doğasına ket vurmadan hazza odaklanır. Hatta bu hedonizmi o raddeye varır ki verdiği basit sözleri bile tutamaz. Jack ise yeri gelir bir ulusun kralı olmayı erdem dolayısı ile reddeder ve kendi doğasına ket vurur. Aku basittir ve hayvansal yönü de oldukça güçlüdür (Dionizyak da diyebiliriz ama bunu 350 defa yazıp kafa bellemek istemiyorum, başka bir gönderide detaylı inceleyeceğim bu konuyu) Onun için evrenin kaidesi oldukça darwinistiktir. Güçlü, haklıdır ve kendisi de bu prensibe; kendisine uygulanabilecek olsa dahi sadıktır. Bir yandan doğanın hizmetkarı ve onun tüm madde içinde boğulmuşluğunun simgesiyken bir yandan da kudreti oldukça büyüktür ve iradesi şehirlerin kaderlerini tayin eder, tabi bunları da doğa ananın hizmetkarı olan güdüleri ile karar verir.

FÜTÜRİSTİK DİSTOPYA

Samurai Jack’in dünyasında, Gotik ve fütüristik mimarinin birleşimi, zamansız bir kasvet ve çaresizlik duygusunu ustaca bize aktarır. Gotik mimarinin ihtişamlı, yükselen yapıları, karanlık ve mistik bir atmosfer yaratırken, fütüristik unsurlar bu karanlığı teknolojinin soğuk ve yabancılaştırıcı doğasıyla harmanlar. Burada bize anlatılmak istenen belirli 'ahlaki mesajlar' olmazsa olmaz olarak devam eder


tabi. Jack'in bu lanet distopyaya atılmadan önceki yaşamı oldukça ahenk içinde ve durgundur, bu durgunluk onu çok daha daha barışçıl biri yapmakla beraber aynı zamanda içsel huzuruna yönelebilmesine imkan kılar. Modernite ise ona daha da yozlaşma fırsartını verecek olan hız gibi silahları vermediği gibi, Jack'in geldiği yerde çok güçlü bir komunite duygusu olduğunu görebiliriz. Bu komunite ise elbette bir panopticon gibi erdemsizlerin peşinde olacak ve korurken zorlandığımız ve kendimizi doğaya teslim ettiğimiz an ellerimizden kayıp gidecek olan erdemlerimizi korumada yardımcı olur. Ayrıca klasik bir ortaçağ atmosferi de bizi bekler Jack'in diyarında, teknoloji ve yabancılaşma oraya daha uğramamıştır kısacası.

 Tam tersine Aku'ya bakıldığında ise olabildiğince gelecekçi bir atmosfer sizi bekler. İnsanlar erdem yerine haz uğruna yaşamaya başlarlar, eğlence ve suç patlama yapmıştır. Yani kehanet gerçekleşmiştir. Kötüye meyilli insan doğası modernite ile aradığı fırsatı yakalamış ve sihirli lamba artık ovalanmıştır. İşte bu ikiliğin birleşimi, ve bu dualizm izleyiciyi hem geçmişin destanlarına  hem de geleceğin belirsizliğine ve çürümüşlüğüne sürükler. Her bölümde sanki Platon idealar dünyasından kulağımıza fısıldar hale gelir. Hepimizi haz peşinde koştuğumuz ve maddeyi düşüncenin önüne aldığımız bir geleceğe karşı uyarır. Mimari olarak da Klasik Gotik mimaride görülen sivri kemerler, büyük pencereler
ve detaylı taş işçiliği, burada metalik yüzeyler, devasa neon ışıklar ve geometrik formlar ile birleşerek izleyiciye hem tanıdık hem de rahatsız edici bir deneyim sunar. Tüm bu kontrolden çıkmış modernite, neonlar ve metalik yüzeylerle rahatsız edici de olsa büyüleyici bir deneyim sunar bizlere. Bir yandan Aku'ya küfür ederken onun şehrini googlemaktan kolay kolay kendinizi alamaz ve kudretini, şehrin devasalığı ve kontrolden çıkmışlık - dolayısı ile İdealist anlatıdaki yozlaşmışlığı- tekrar tekrar yaşarsınız. Madde düşüncenin fersah fersah önüne alınmıştır ve tüm erdem sinyallemenize rağmen siz bile estetik ve hazzın erdeme karşı verdiği bu mücadelede bazen size biçilen tarafı küçük görebilirsiniz.


Bu anlattığım mimari karışım, bir distopya ortamı yaratırken, izleyiciye derin bir yalnızlık ve kaçınılmazlık hissi de verir. Dizi bize sık sık Jack'in ne kadar 'ahenkli' bir yerden geldiğini hatırlatır ve o saklı diyarı bolca parlatır, ancak ne var ki orası bu yozlaşmış maddeler dünyasının ötesindeki bir ideadan pek farklı değildir artık. Aku şehrini her gördüğünüzde şehirde nelerin olabileceğini kestirirsiniz, sıkışık bir sokakta ilerlemeye çalışan arabaların içinde tamamen atomize olan canlılar


muhtemelen birazdan bize izletilecek olan suçu bilinçsizce izlemekle yetinecektir. Muhtemelen birkaç asker yükselen o sivri başlı binalarda bir savaşçıyı arıyordur. Sizi tiksindirmek adına elinden geleni yapar yapımcılar. Bir beş dakika sonra ise Genndy bize şehrin uzaktan bir görünümünü verip fütürist bir distopyada yaşadığımızı tekrar hatırlatmayı ihmal etmeyecektir, şehir tüm suça ve yozlaşmaya rağmen hala büyüleyicidir ve o şehirden tiksinen siz bile gözlerinizi kolay kolay alamazsınız. Yabancılaşan bizler bu atomize olan canlıların evreninde iyiye, durguna ve 'olması gerekene' ait hiçbir şey bulamayız. Hatta insan bile bulamayız ve bunun sonucunda giderek daha da değerlerimizi, bizi biz yapan ahengin kayboluşunu üzülerek hatırlarken Jack'in kazanması için dua ederiz. Bu Distopyanın ana ögeleri olarak, sürekli bir tehdit hissi, karanlık ve klostrofobik alanlar, teknolojik kontrol ve bahsettiğim gibi insanlık dışı unsurlar belirgin şekilde öne çıkarılır bize. Şehirde
ters giden bir şeylerden emin olurken bunun raddesini pek kestiremeyiz. Jack sokaklarda kovalamaca da oynuyor olabilir, Aku hikaye saatinde de.

 Kısaca Gotik ve fütüristik ögelerle örülü bu dünya, insanın modernite karşısındaki çaresizliğini ve yabancılaşmasını sembolize eder. Üstelik bir yandan tahmin edilebilirliği olduğu kadar tekinsizliklerle de doludur. Teknolojinin soğukluğu ile mistik Gotik unsurların birleşimi, izleyiciyi hem fiziksel hem de ruhsal olarak izole edilmiş hissettirir. 


SAHİCİLİĞİN ERDEME OLAN ÜSTÜNLÜĞÜ ?

Aku’nun karanlık ve ihtişamlı havası, bu distopya soslu trajikomikliğin merkezinde yer alır. Aku, bir yandan saf kötülüğü temsil ederken, diğer yandan büyüleyici bir karizma ile izleyiciyi kendine çeker. Bu karizma, onun gücünün ve karanlık mizahının bir yansımasıdır. Tüm anlattığım doğallığının farkında olan ve maddeyi, hazzı düşüncenin ve erdemin önüne koymasıyla beraber bana sık sık yaptığı şakalar durumun ne kadar basit olduğunu anladığını hissettirir. Onu ailesini ve kültürünün peşinde olan Jack ile pek de rakip yapamayız, o; o derece ''öteki''dir ki Jack'in ideallerine bir rakip dahi olamayacağı gibi ona dokunmadıkça bu idealleri hakkında mesai dahi yapmayacak kadar soylu amaçlardan uzaktır, bunu biliriz. Bunu kötü olma kasıntısı ile yapmaz, O bir Marque De Sade romanından fırlamışçasına zevk peşinde bir sadisttir, o kadar. İki karakterin zıtlığını anladıkça durumun ne kadar ciddiye alınamaz olduğunu daha iyi anlarız.

 O şakaları yapan birinin gözünden bakınca dünyayı bir prensip için savaşılacak bir yer olmadığını bir defa daha görürsünüz. Onun için bu çok basit bir süreçten ibarettir ve ciddiye alınması gereken -onun zevkleri dışında- hiçbir tarafı da yoktur. Basitçe bir doğal seleksiyon kasabıdır o ve bu rolünü maksimum alaycılık ve eğlenceyle oynar.  Aku, bu yüzden klasik bir kötü karakter olmanın ötesine geçer; kendine has bir cazibesi vardır ve onda bir manyak ya da bir heretik de bulamazsınız. Dizinin belki de en sahici karakteridir o ve Jack'in tüm monotonluğuna karşı tahmin edilemez ve enerjiktir. Jack'in birden karşısına çıkıp düello teklif edebilir mesela. Onun tam da bu karanlık enerjisi, distopik ortamın ürkütücü doğasıyla ve bu özelliklerin zıttı olan alaycılığı mükemmel bir uyum içindedir. Bu uyum bir rock uyumudur ve uyuşmayan zıt tınıların bir ahenk-sizlik içindeki ahenginden ileri gelir. Bu uyum, izleyiciyi rahatsız edici bir şekilde büyüler; Aku’nun tüm kötülüğüne rağmen, onun dünyasında bir şekilde kalmak istenir. Onun üstüne biraz daha düşünmek ya da şakalarına gülmek istersiniz. Onun varlığı, bu distopik dünyanın en temel parçasıdır ve bu dünyanın cazibesini de büyük ölçüde şekillendirir. 


Son olarak da şunu eklemek gerekiyor, her bölümün apayrı diyarlarda geçmesi ve yüzler, evler dışında genel olarak olay örgüsünün tahmin edilebilir olması dediğim kara mizahi ve distopik tavrı daha da güçlendiriyor. Sanki birileri o soylu karakterle sürekli olarak alay ediyor.


Sonuç olarak, Samurai Jack’teki Gotik ve fütüristik mimarinin birleşimi, bize sunduğu idealist-materyalist stereotiplerin çatışmasıyla beraber sadece bir görsel estetik bazlı dizi olarak kalmaz, aynı zamanda izleyicinin ruh halini derinden etkileyen bir atmosfer yaratır. Bu atmosfer, Aku’nun karanlık ama büyüleyici ve alaycı varlığıyla daha da zenginleşir; böylece izleyici, bu distopik dünyanın içine çekilir ve orada kalmak ister, tüm tehditkar doğasına rağmen. 

Alperen Özali: 11.08.24 00.38