yazılarımızdan arayın

dinamizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dinamizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2023 Cumartesi

KENDİ GÖK KUBBEMİZ, HAKLI BİR ENDİŞENİN SEBEP OLABİLECEĞİ YANLIŞ ADIMLAR ÜZERİNE

 Bir etkinlik adına Yahya Kemal'in 'Kendi gök kubbemiz' kitabı üzerine -daha doğrusu bu kitabın bana düşündürdükleri üzerine- yazdığım yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.


Yazarımız Yahya Kemal’in doğup büyüdüğü ortam, bir değişim çağının ve rüzgarının tam ortasındadır. Onun dünyaya geldiği dönem, bir medeniyetin sancısı, travmasıdır. Bu travmanın sebebi de, bir medeniyet çatışmasıdır. Yahya Kemal de, bu çatışmaya bizzat tanıklık edenlerden biridir. Evlad-ı Fatihan Rumeli’den yalınayak sürülmüş, Ruslar Yeşilköy’e potinleri ile ayak basmıştır. Nerededir


Fatih’lerin çerileri, mehterleri; Viyana kapılarına çadırlarını kuran ordular nerededir? Hepsi bitmiş, çağ değişmiş ‘Anne, Türkler geliyor!’ diyerek feryat eden Batılılar, artık Osmanlı’yı Reval de paylaşır, hasta adam olarak adlandırır olmuştur. Bu, tarih kitaplarını karıştırırken gururlanıp, eline aldıkları gazetede Balkanların elden çıktığını okuyan ve içlerini kederin karanlık zehrinin doldurduğu, artık fakir bir toplumun gençlerini düşünmeye itmiştir: Bu, neden olmuştur, çözümü nedir?


 Fikret için çözüm, akıl ve bilimdedir; tüm eski kurumların tasfiye edilip yerine dinamik batıcı ve akılcı bir toplumun kuruluşudur. Gökalp’e göre çözüm, türklüğü muhafaza ederek bir reformlar zincirini ateşlemektir. Akif için ise çözüm Batı’nın bilimi, Doğu’nun kültürüdür. Tüm bu fikirler adeta bir kavgaya tutuşmuş ve İstanbul’da fikirsel bir mücadele silsesilesi başlamıştır. Tüm bu kavganın arasında, bir şair ve mütefekkir ise özlemle geçmişe bakmakta ve onu yad etmektedir. O kişi, Yahya Kemal’dir. Onun şiirlerini okuduğunuzda, sanki bir yaşlı aile üyesinin bir yandan hüzün ve bir yandan da gururla artık orada olmayan atalarını anlatmaktadır. Gururludur, çünkü bu atalar onların tarihidir, hüzünlüdür çünkü artık onların yadigarları elde değildir. Tüm bunların yanında, o beyaz sakallı insanın gözlerinin içindeki endişe sanki anlatımına vurmaktadır. O, tüm bunların unutulacağından korkmaktadır. Yahya Kemal eğer Türk Modernleşmesinin tarihi insan formunda anlatılmak istenilse, sanırım böyle kurgulanırdı.


Bu endişeyi anlamak zor değildir. Yahya Kemal son derece geleneklerine bağlı bir ailede dünyaya gelmiş ve sofuluktan tatmin olan bir insandır, çocukluğu boyunca Doğu’nun destanlarını dinleyen Kemal, Beyoğlu’nda alafrangalar ile karşılaşınca elbette ki endişelenmiş ve onu, atalarının yadigarlarının ellerinden kayıp gittiği korkusu sarmıştır. Sanırım, şiirlerindeki Türk-İslam vurgusu, düşün dünyasının dehlizlerindeki bu endişenin tezahürüdür.


Yahya Kemal’in endişesini anlamak mümkünse de, bu endişenin tarihin ve doğanın en önemli yasası olan ‘ilerleme ve değişime’ bir ket vurma girişimine dönmemesine dikkat edilmelidir. Nasıl ki geçmiş bizimse, geleceğe ilerleyen bir ulus için de gelecek artık onlarındır. Onlar, artık geleceğe yabancı gözü ile bakmayacaklardır. Ulusunun yararını düşünen biri nasıl ki geçmişin destanlarını yaşatmak istiyorsa, aynı zamanda onun değişimine de saygı göstermelidir. Tarihin yasaları, durmayı kaldırmaz. Nasıl ki doğada değişen koşullara adapte olamayan türler yok oluyorsa, tarih de doğanın bizzat içinde ve onun yasalarına tabii olduğundan dolayı durgun toplumlar da yok olmaya mahkumdur. Bu durgunluğun zıttı, dinamik bir toplumdur ki böyle bir toplumun yaratımı ancak bazı ilkeler ile mümkündür. Bu ikelerin temeli, insan ihtiyaçlarının tatminini akıl ve bilimin ortaya koyduğu kaynaklar ile aramaktır. 


İnsan, doğduğu andan itibaren bazı tehlikeler ile karşılaşmaktadır. Bu tehlikeler karşısında ise tarihin çok uzun bir döneminde dehşete kapılmak ile yetinmiştir. Bundan sonra ise, bu tehlikeleri nedensellik anlayışı ile yorumlamaya başlamıştır. Bu nedensellik ise, tarihin çok uzun bir döneminde, deney gözlem ve akıldan yoksun ve sezgisel haldedir. Örneğin insan, şimşek çakmasını Tanrıların kızgınlığına yormuş ve bunu engellemek adına bazı ayinler yapmaya başlamıştır. Uzun bir süre insanlık bu yorumda ısrar etmiştir ki, bunu anlamak doğaldır, çünkü sezgisel yorumlarda tartışmaya yer yoktur. Ancak, tarihin değişim yasası durmamış ve zamanla gelişen tüm entelektüel birikim zeki bir beyinde, bir kıvılcım çakmayı başarmıştır. O kişi, Thales’tir. Thales yıllarca kabul gören ve kimsenin vazgeçmek istemediği bu anlayışın onun aklını tatmin etmediğini görmüş ve doğayı gözlemleyerek yeni bir anlayışın peşine düşmüştü. Onun zihninin dehlizleri, bu açıklamadan tatmin olmayıp adeta bir motor gibi çalışmakta ve bu kurulan nedensellikte, bu ‘geleneksel açıklamalrın’ rahat şatosuna yerleşmiş eski açıklamanın kusurlarını aramaktaydı. Sonunda da bulmuştu: Süreç tamamen doğaldı, madem süreç tamamen doğaldı; o halde burada Tanrı’nın duygularını katmanın anlamı ve açıklayıcılığı neydi? Koca bir hiçti. İnsanlık yüzyıllarca yanılmıştı. O halde yapılması gereken şey ayin yapmak değil, önlem almaktır.
Bu, milyonlarca insanın hayatını akılcı önlemlerle kurtarmamızı sağlayan günümüz biliminin temelidir. Bu açıklamalar elbette ki İyonya toplumunda fırtınalar koparmıştır. Yıllarca yanılan insanların, bu yeni açıklamayı kabul etmesi uzun sürmekle beraber, birçoğu da reddetmiş ve eski ile bağlarını koparmak istememişlerdir. Onlar, atalarının onlara bıraktığı sezgici ve gelenekselci düşün dünyalarının  ellerinden kayıp gitmesinden korkarak onlara dört elle sarılmışlar, ve iyi niyetle de olsa da, insanların ve İyonya ulusunun daha mutlu ve güvenli bir hayat yaşamasının önüne zincir vurmaya ve daha da önemlisi, doğanın ve tarihin yasalarını engellemeye çalışmışlardır. Bu, boşuna bir çabadır ve elbette ki başarısızlığa mahkumdur. 

Tarihimiz ise bu ataların yadigarının elimizden kopacağının endişesi ile ona dört elle sarılarınların örnekleri ile doludur. Takiyüddin’in evreni akıl ve bilimin ilkeleri ile açıklamasına katlanamayan ve onu ‘Melekleri dikizlemekle’ suçlayan Osmanlı Şeyhülislamı ve İstanbul'da yaşanan depreme Takiyüddin'in rasathanesindeki bu 'küfrün' sebep olduğunu söyleyerek karışıklık çıkartan Osmanlı ahalisi buna örnek verilebilir. Onlar da değişimi ve yeni açıklamaları kabul edememiş ve artık geleneksel açıklamaların yenilgisi açık olduğu halde buna katlanamamış, aklı mahkum etmişler. Bunun bedeli ise ağır olmuştur. Eğer depremin sebebini bahsettiğim ilkelerle, İyonyalılar gibi doğada yapılan gözlemlerin rehberliğinde açıklayabilselerdi eğer, bu acı olaylar yaşanmayacaktı ve ilerlemenin önüne dogmatik ketler vurulmayacaktı. İnsanlar bu ilkelerin rehberliği ile yıllarca bu dogmatik anlayışları kırmaya uğraş vermeden evreni daha hızlıca keşfedebilecek ve bu keşifler sayesinde, bu keşiflerin benzer ilkeleri ile insan vucüdüna yapılan araştırmalarla beraber bizler daha sağlam açıklamalar geliştirip bu açıklamalar önderliğinde evrendeki ve insan vucüdundaki sorunlara daha 'doğru' çözümler bulacaktık. Takiyüddin'in küfre saplandığını söyleyip onun yüzünden deprem olduğunu düşünüp rasathanesine yürümeyip binaların daha sağlam yapılmasını isteyip, daha sağlam binalarla bir sürü can adına önlem alabilirdi Osmanlı ahalisi örneğin.


Akıl ve doğa kaynaklığında, bilimlerinin deney ve gözlem ilkeleri Batı’da yarattığı tartışma ortamı ile önce Bilim Devrimini, daha sonra tartışmaya, akla ve insanın daha mutlu olmasından başka kaide gözetmeyen yasaların yapımına, Sanayi Devrimini yaratıp Batılı’yı daha müreffeh ve mutlu kılarkeni, Takiyüddin’i mahkum edenlerin zihniyetinin yıkılamadığı Doğu’yu geri bırakmıştır. 


Ulusunun mutluluğunu canından çok düşünen bir aydın, bu durumda anlamalıdır ki benimsediği ve atalarından kaldığı için saygı duyduğu o gelenekler, bir ulusun gelişimini engelleyip onları mutsuz ve yeteneklerini kullanamadıkları, verimsiz bir hayata mahkum edebilir. Anlamalıdır ki Tarih ve Doğa, akıl ve doğa bilimlerinin yöntemi olan deney ve gözlem rehberliğinde, insanı mutlu kılmaktan başka amaca sahip olmayanların yanındadır. Anlamalıdır ki bu ilkeye ters düşen ata yadigarı fikirlerin artık toplumda yeri yoktur. Anlamalıdır ki Takiyüddin’i mahkum eden zihniyet de ata yadigarıdır ve bu yadigar yeri gelir atalarının torunlarına zarar verir, onları fakirliğe ve mutsuzluğun pençesine götürür ve bu demektir ki geleneklere tam bir bağlılık onun ulusuna zarar verecektir. Kısaca anlamalıdır ki, geleneklerin kalıcı olması gerektiğine inanan ve onun elinden kaydığını görünce ona sarılan bir düşün dünyası yanılmaktadır. Tarih, ilerlemekten korkmayanların ve değişimi anlayan, değişimi de sağlayan ve insanı mutlu kılan biricik ilke olan doğa bilimleri rehberliğinde düşünen ve bu ilke ile gerekirse tüm gelenekleri değiştirme iradesine sahip olanların yanındadır.


Yahya Kemal’in gelenekler hakkındaki haklı ve anlaşılabilir endişesi, geleneklerin gelenek olduğu için değerli kabul edilmesi yoluna kesinlikle dönüşmemelidir. Yoksa, geleneklerimizi korumamızın sebebi olan milletimizin ilerlemesinin önüne, iyi niyetle de olsa bir ket vuracak ve tarihin yasalarına karşı direnerek kaçınılmaz bir başarısızlığa rotamızı çevireceğiz. Bu notanın vardığı nokta ise, geri kalmış hayattan tatmin olamamış ve ne yazık ki çevresindeki ilerleyen uluslara keder ile bakan bir toplumdur. Tarih ise böyle bir durumda o topluma Fikret’in Tarih-i Kadim’indeki mısralarında olduğu gibi ‘iyi uykular’ dilemekten başka şey yapmayacaktır.

Alperen Özali, Şubat 2023