Utiliteryen açıdan piyasalar.
1. 1.Kısım: Teorik altyapılar
A.Birey ve toplumun
çıkarlarının uzlaştırılması,
B. Kendi çıkarları peşinde
koşan insanın topluma yaptığı katkılar ve ekonomik özgürlükler:
Bu
yazıda ele almaya çalışacağım şey utiliteryen bir yaklaşımın gerçekten klasik
utiliteryenlerin vardığı gibi serbest piyasa mı, yoksa onun alternatifleri olan
planlamacılığa veyahut anarko-komünist bir ekonomiye varacağıdır. Öncelikle
utiliteryenizm nedir onunla başlayalım. Burada utiliteryenler bahsederken genel
olarak klasik utiliteryenlerden bahsedeceğim unutulmamalıdır. Bunun yanında hem
Bentham hem de Mill yaşamlarının sonlarına doğru devletçi sayılabilecek bazı
politikaları desteklediler ki, ben burada onların bu yanlarını göstermekten
ziyade yaptıkları piyasa, otonom birey ve hürriyet savunularını bahis alacağım
Faydacılığı gerçek bir karar alma metodu haline
getiren ve onu sistemleştiren Bentham, Fayda ilkesini ‘Principles Of Morals and
Legislation’ adlı eserinde şöyle anlatır:
'‘Fayda ilkesi ile her ne tür olursa olsun bütün
eylemleri onaylayan ya da onaylamayan eylem kastedilir. Bu onaylanma ya da onaylanmama eylemden
etkilenen kişilerin mutluluğunu arttırma ya da azaltma eğilimine, bir başka
ifadeyle mutluluk ya da tersini ortaya çıkarma eylemine bakılarak yapılır.
Fayda ilkesi sadece bireylerin değil, hükümetin de ölçüsüdür''.(1)
Böylelikle şu sonuç ortaya çıkar: ister bireylerin
ister hükümetin kararları toplumun mutluluğunu arttırıyorsa doğru, eğer tersi
bir eğilime sahipse yanlıştır. Buradaki fayda kavramı çok muallakta kalmış gibi
görülse de Bentham sık sık metinlerinde ‘haz’, ‘iyilik’ ‘fayda’ ve ‘çıkar’,
‘mutluluk’ kelimelerini birbirleri yerlerine kullanır.(2) Bentham için doğanın
insana verdiği bu iki ‘efendiye’ göre insan eylemlerini gerçekleştirir ki
bunlar bahsettiğimiz haz ve acı kavramlarıdır. Ne yapılması gerektiğini, yani
‘ought’u belirleyen kavramlar da bu iki efendimizden başka hiçbir şey değildir.
(3)İnsan doğası itibariyle hazza yönelip acıdan kaçmaya programlıdır, Bentham
için yapılacak şey ise hazzı maksimize etmektir. Tüm sosyal kurumları da bu
şekilde analiz eden Bentham iktisada ve serbest piyasa da bu gözle bakmaktadır.
Burada yaptığı toplum vurgusu ilk bakışta kollektivist bir tavırmış gibi gelse
de ilerleyen zamanda böyle olmadığını göreceksiniz.
Bentham VE Özgürlük
Özgürlük kavramı liberal anlamda ‘baskının
yokluğu’dur, yani bir nevi otonomidir. (4) Bir Liberal olan Bentham ise
özgürlüğü savunusunu fayda prensibine dayandırmaktadır. Bahsettiğimiz gibi eğer
insanın doğası acıdan kaçmak ve hazza yönelmekse ve bireylerin amaçları da
hazlarının peşinden koşmak ise bu durumda bireye olağanca alan açılmalıdır.
Bunun yanında bireyler kendi hazlarını maksimize edeceğini düşündükleri yaparken
tatmin olurlarken bir baskı durumunda korkuya kapılacaklardır. O halde
bireylere otonomileri teslim edilmelidir. Çünkü toplumun teker teker bireylerin
toplumundan başka hiçbir şey olmadığını savunan Bentham için topluluğun
mutluluğundan kastedilen şey ‘teker teker’ bireylerin
mutluluğundan
başka bir şey değildir. (5)
Bireyler ise
teker teker var oldukları ve biricik olduklarından dolayı ve ancak kendilerine
haz getireceğine inandıkları şeyleri yapınca mutlu olabilen canlılar
olduklarından dolayı bir başkasına zarar vermedikleri durumlarda otonom olarak
kendi başlarına karar almaları hem kendi faydalarını hem de teker teker bu
bireylerin toplamından başka bir şey olmayan toplumun faydasını maksimize
edecek yegane şeydir ki işte tam olarak bu, hürriyettir.
Bir örnek verelim, Alperen bir birey olarak kendini
tanımakta ve x işini yapacağı zaman mutlu olacağına inanmakla beraber bu
toplumun geneli için anlamsızdır. Alperen’in bir birey olarak kendini elbette
ki kendisi olmayan insanlardan daha iyi tanıdığı gibi oldukça makul bir
varsayımda bulunan faydacı için, Alperen’in kendisinin haz alacağı şeyi yapması
hem olası çıktıların faydasını maksimize edecektir ki bunun hem kendisi hem de
toplum adına birçok faydası vardır, bunun yanında Alperen de basit bir insan
olarak haz ve acı prensiplerini takip eder ve kendi faydasına olmayacağını
düşündüğü bir şeyi yaparak asla mutlu olamaz. Eğer faydacının amacı haz
maksimizasyonu ise anlaşılacağı üzere bireylerin otonomilerini onlara teslim
etmek olmalıdır. O halde Alperen burada kendi fikrinin peşinden gitmeli ve
hazzını maksimize etmelidir.
İşte yasamacının görevi ise olabilecek en az
fedakarlık ve acı ile olası en yüksek hazzı yakalamak olmalıdır.(6)
Not: Aslında burada bir kabullenme de söz konusudur.
Bentham için ideal durumu bireyin bir eylemi yapacakken önem ağırlığını genel
faydaya yaslamakla beraber kendisini de düşünerek yapmalıdır ve bu eylemlerin
kime ne fayda sağlayacağını bir tarafsız gözlemci gibi değerlendirmeli ve bunun
sonuçlarının ağırlığına göre x ya da y yi yapmaya karar vermelidir. Ancak
Bentham, hayatın olağan akışı içerisinde bireylerin kendi eylemlerini
gerçekleştirirken bir tarafsız gözlemci gibi olamayacakları ve aynı zamanda
onların kendi hazlarına da olacağını düşünmediği şeyleri yaparken mutsuz
olacaklarını öngörmüştür. O halde birey kendi mutluluğunu topluma feda edecek
ve mutlu olamayacaktır, eğer her birey bunu yaparsa teker teker bireyler
toplamı olan toplumdaki her insan herkesi mutlu etmeye çalışacak ancak kimse
mutlu olamayacaktır. O halde Bentham çoğu durumda kişilerin kendi yararlarını
gözeterek eylemler yapmalarını olumlu bulacak ve bunu toplum faydasıyla
uzlaştırmaya çalışacaktır.
Verdiğim örnekteki gibi bireyler ancak kararlarında
hür oldukları zaman mutlu olabiliyorsa ve onları merkezi bir otoritenin
zorlamaları ancak mutsuz edecekse ve aynı zamanda biricik bireyler kendi
hazlarının maksimize yolunu diğer insanlardan daha iyi hesaplama eğilimine
sahiplerse bu sözün meali şudur:
‘olabildiğince az kural ve olabildiğince fazla otonomi
ve özgürlük ile haz maksimize edilir.’
Bireylerin bir başkasına zararları olmadan otonom
halde karar alabildikleri, yani özgür oldukları bir toplumsal durum, bu toplumu
oluşturan teker teker bireylerin -ve onlar adına en uygun karar alıcı olan yine
kendilerinin- haz maksimizasyonu arayışına dayalı bir toplum, yani hem iktisadi
hem de siyasi özgürlüğün maksimize edildiği bir toplum potansiyel olarak en
mutlu toplum olacaktır.
Bu yüzden Bentham, genelden farklı ve ilk bakışta
kollektivist bir yol izliyor gibi görünse de kendisi Liberaldir. İşte tam da bu
yöntemi iktisada vurduğumuz zaman neden Bentham’ın devlet müdahalesini
olabildiğince minimize etmek istediğini anlayabiliriz. Bireyler nasıl ki etik
alanda otonom olduklarında çıkan sonuçlar daha fazla hazzı getiriyorsa benzer
şekilde iktisatta da bu değişmez. (7)
Bentham’ın iktisadi görüşleri hakkında alabileceğimiz
ipuçlarının en basiti Adam Smith’ten ‘politik ekonominin babası’ ve büyük bir
usta olarak bahsetmesidir ki 1787 yılında yazdığı ‘Tefeciliğin savunması’
kitabındaki argümanları temel olarak ‘rıza’ kavramı ve ‘sözleşme özgürlüğü’ne
dayanmaktadır. "Sözleşmeleri zincirleyen siz; insanın özgürlüğüne
kısıtlamalar koyan sizler, bunu yapmanız için bir neden belirlemek ... size
düşüyor." …. "olgun yaşta ve aklı başında, özgürce hareket eden ve
gözleri açık olan hiç kimsenin ... uygun gördüğü şekilde para kazanmak…’(8)
görüleceği üzeredir ki bunlar liberal argümanlardır. Bentham bu fikirlerinin
utiliteryen temelini ise muhtemelen yukarıda bahsedilen otonomi ve özgürlük
savunusu ile yapmış olmalı. Ona göre iktisadi alanda da olabildiğince fazla
serbest piyasa ve olabildiğince az devlet teker teker bireylerin maksimum hazzı
ve verimliliği anlamına gelirdi ki bu da toplumun mutluluğunun maksimize olması
demekti. Anlaşılacağı üzere Bentham, olabildiğince az devlet müdahalesi ve
olabildiğince çok serbestiyet fikri ile akıllarda canlanan bir ‘devletçi, zorba
faydacı’ imajının tam tersi yönünde ilerler ki aynı kişilerin kendi hazlarını
maksimize etme ve kendi kararlarını almadaki verimliliklerini vurgusu onun aynı
zamanda ‘’olabildiğince çok sivil toplum ve az sosyal devlet’’ şeklinde
özetlenecek görüşler geliştirmesinde de etkili oldu.
JOHN STUART MİLL
Faydacı teorinin özgürlük ve bireysellik hakkında neler
söylediği sorulduğunda asıl kendisine başvurulan kişi olan Mill için ise
özgürlük ‘otonomi’ anlamındadır. Yani bireyin dış baskıların yokluğunda kendi
kendini yönetiebilmesi (self-governing) bir insan olabilmesidir. Bentham’ın
otonomi fikrini benimseyen Mill için her birey hazzını maksimize etmek isterken
aynı zamanda biricik yapıdadır. O halde nasıl farklı türde bitkiler farklı
büyütme yöntemlerine sahipse her bireyin fayda maksimizasyonunun farklı bir
süreç izlemesi kadar doğal hiçbir şey yoktur.(9) Hem bireyler kendilerini
potansiyel olarak diğerlerinden daha iyi tanımaktadır hem de karar alırlarken
kendi rızalarını gözetmeleri yani gönüllü olmaları, onları mutlu edecektir.
Teker teker bireylerin istedikleri yaşam tarzını seçip, kendi eylemlerini planlarken
son karar alıcının kendileri olmaları ise bir bireyci olan Mill için onların
faydasını maksimize edecekken bu toplum için de fayda maksimizasyonu demektir.
Yani özgürlük ve bireysellik iyidir, çünkü hazzı maksimize etmenin yegane
yoludur.
‘…Farklı insanlar ruhsal gelişim açısından farklı
yaşam koşullarına ihtiyaç duyarlar. Her bitkinin yetişme ortamı birbirinden
nasıl farklıysa, bütün bireylerin de aynı ahlaki ölçütlere sahip olması
beklenemez. Bir kişinin gelişimine sebep olan koşullar, bir başka bireyin
gelişimini durdurabilir. Bir birey, belirli bir yaşam tarzında kendini
geliştirebiliyor ve tatmin olabiliyorken, bir başka birey aynı yaşam tarzında
tam anlamıyla bir çöküş yaşayabilir. Bireylerin yaşam tarzları birbirleriyle
aynı olduğu sürece, bireyler ne mutlu olabilirler ne de düşünsel, ahlaki ve
estetik ideallerine ulaşabilirler.’(10)
Bunun yanında Mill için özgürlük, Brntham’ın hayal
ettiği kadar basit ve mekanik bir ‘araç’ değildir. Özgür olmak, bir nevi
sonuçlarından bağımsız olarak kendinde mutluluk getirir. Bireysellikten mutlu
olma hali onun için insan doğasında vardır.
‘Fikirlerimizi insanoğlunun tek ya da birkaç yapıya
bağlı olarak modellenmesi için bir sebep olmadığı için savunuyoruz. Eğer bir
kişi, yeterli dereceden sağduyuya ve deneyime sahipse, kişinin kendi iyiliği
için kendi istediklerini yapmaya karar vermesi iyi bir şeydir. Kişinin kendi
istediklerini yapması ‘en iyi yol’ olduğu için değil, kişinin ‘kendi yolu’
olduğu için savunulmaktadır. İnsanlar koyun değildir. Hatta koyunlar bile
birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilebilen canlılarlardır. Bir insan, ölçüleri
alınmadan bir çift ayakkabı ve palto bile alamazken, aynı insandan tek bir
yaşam tarzını kendine uydurmayı beklemesi saçmadır. İnsanların hepsinin farklı
zevklere sahip olmaları bile, hepsinin tek bir yaşam tarzına
uydurulamayacağının kanıtıdır.’(11)
Bunun dışında Mill hem böylelikle yaşam tarzları için
bir özgürlük savunusu yaparken düşünsel mutluluğun sağlanması için özgür bir
düşün ortamı ve bunun yanında kişilerin fikirlerini herhangi bir baskı veya
otorite olmadan özgürce ifade etmesinin olmazsa olmaz olduğunu vurgular. Bunun
yanında pratik sonuçları da toplum için faydalıdır.(12)
İktisadi alanda ise Mill, Bentham’ın ‘çıkarları
peşinde koşan bir varlık olarak insan’ görüşünü devam ettirmiş ve homo
economicus a inanmıştır. O bireydir ki rasyoneldir ve her zaman kar-zarar
hesabı yaparak en az emekle çıkarını maksimize etmeyi, yani faydacı bir tabirle
mutluluğu amaçlar. Bireylerin ise kendi çıkarları peşinde koşmaları nasıl etik
alanda bazı sınırlar dahilinde toplam çıkarı maksimize ediyorsa aynı şekilde
rasyonel bireylerin kendi çıkarları peşinde koşmaları iktisadi alanda da fayda
maksimizasyonunu sağlayacaktır. Bunun yanında siyasi özgürlük ve iktisadi özgürlük
beraberdir ve birbirlerinden ayrılamazlar. Siyasi alanda tam olarak bir liberal
olan Mill için ise iktisadi alanda da bireylerin hükümet müdahalesi olmadan hür
olmaları gerektiği kaçınılmazdır. Hükümetin her şeye el attığı bir ortamda
bireyler iktisadi özgürlüklerinden mahrum kaldıkları gibi serbestçe
yeteneklerini geliştiremeyecek ve köreleceklerdir. Bu ise hem mutsuzluk, hem de
verimsizliğe yol açacaktır.(13)
Mill için rekabet ise ‘fizik alanında güneş ne ise
iktisat için odur’(14) Rekabetin genişlemesi hem birey hem de toplum için
iyidir. Çünkü rekabet bireyleri olabilecek en karlı işleri yapmaya zorlar ve
onların yeteneklerini tam olarak kullanmaları adına bir araç olur, rekabet iyi
çalışanı ve yeteneklerini tam kullananı ödüllendirdiği gibi iktisadi alanda da
en verimli durumu yaratacak yegane şeydir. Rekabet arz ve talebi dengeler ve
fiyatları dengede tutar, bunun yanında rekabet her zaman üreticiyi daha çok
malı daha ucuza satmak adına yeni yollar bulmaya iter ki, piyasada daha çok
tercih edilsin ve sermayesini genişletebilsin. Bu işlevi ise gelişmedir, yeni
teknolojik gelişmeler yapmak adına motivasyon yaratan bu durum son tahlilde hem
tüketiciler için fiyatları ucuzlatır hem de maliyeti indirir. Son olarak ise
esneklik işlevini sayabiliriz. İhtiyaçların ve zevklerin devamlı gelişmesi ve
değişmesi bir gerçektir ve ancak üreticilerin kazançlarının bizzat tüketicilere
bağlı olduğu bir serbest piyasa durumunda üreticiler ayakta kalmak için
tüketicilerin zevklerinin yönünde ilerlemek adına en büyük teşviğe sahiptirler.
(15) Rock müziğin popüler olduğu bir ortamda sadece klasik müzik satışı yapan
biri ayakta kalamaz, o da tüketicilerin yeni zevklerine ayak uydurmak
zorundadır ki bu durum tüketicileri tatmin eder ve onları mutlu kılar.
Gelir dağılımı
Mill için dağıtım yasaları denen şey fizik yasaları
gibi değiştirilemeyen ve mutlaka uyulması gereken şeyler değildir. Hükümet daha
fazla fayda sağlayacak şekilde malların kazancının dağıtımını yapabilir. Bunun
yanında Mill için doğal durum pek de arzulanır değildir, devletin bazı
konulardaki müdahaleleri ve daha da önemlisi sosyalize edilen vergiler
olmadıkça güçlü olanların güçsüzleri ezmesi kaçınılmazdır, nasıl doğal siyasal
durumu yok ederek insanlar devleti var ettiyse piyasada da bazen bir hakem,
bazense bir koruyucu olarak devlet bulunmalıdır. Onun için doğal haklar geçerli
olmadığından mülkiyet hakkı da sağladığı faydalar dışında herhangi bir ölçüte
sahip olamaz, o halde hükümet güçsüzleri korumak adına gerektiğinde bu hakkı
sınırlamalıdır. Özellikle miras gibi çalışarak hak
edilmeyen mülkiyetler
bireylerin eşit şartta yeteneklerini yarıştırmalarını engellediği için
sınırlanmalıdır. Çalışılarak elde edilmeyen kazançlar onun için pek bir
meşruiyete sahip değildir ve olabildiğince sosyal harcamalara ve fırsat
eşitliğini sağlamak yönünde kullanılmalıdır. (16)Dikkat ederseniz Mill’in derdi
rekabet veya piyasa ekonomisi değil, bu ekonomideki yarışmacıların daha iyi
koşullarda başlamaları ve yarışmanın adil olmasıdır. Bu yüzden ona bir
sosyalist denmese bile klasik liberallerle bu noktada ayrılarak ‘sosyal
liberalizm’in öncülerinden olmuştur, ancak her halükarda Mill hala liberaldir
ve piyasacıdır.
Bauman’ın İddiaları
Modernizmin her boyutta totalitarizm ile bağlantılı
olduğunu savunan, postmodern felsefenin sosyoloji kısmında önemli çalışmalar
ortaya koyan ve buradan da liberalizmle pek de haşır neşir biri olmadığını
anlayabileceğimiz Bauman, bu yazı dizisinde utiliteryenlerin iddialarını kendi
silahları ile vurmaya çalışacak.
**
1.Bölüm: 80 sonrası piyasaların serbestleşmesi ve
sosyal devletin gevşetilmesi hakkında yorumlar, liberallerin insan doğası ve
kişisel çıkar tasavvurları hakkında yorumları.
Bauman kitabına
günümüzdeki eşitsizliği anlatarak giriş yapar. 2000 yılında yetişkin nufüsün en
zengin %1 i dünyadaki zenginliklerin %40’ına sahipken, en zengin %10’luk kısım
toplam zenginliğin %85’ini elinde tutmaktadır. Bauman, kitabında hiçbir dönemde
en zengin ülkelerle fakir ülkelerin arasının bu kadar açılmadığını vurgular.
Bauman, bunun yanında insanların giderek daha zor iktisadi ve sosyal şartlar
altında kaldıklarını yazar:
‘’ Hayatta kalmak ve
kabul edilebilir bir yaşam sürmek için gerekenlerin gittikçe zor bulunur ve zor
ulaşılır olması…’’
Daha sonra serbest
piyasanın bireysel çıkarların toplam faydayı maksimize ettiği iddiasının
tamamen yalanlandığını iddia eder. Hatta bunu piyasacılar bile itiraf
ediyordur.
"Artan gelir
eşitsizliği sosyal açıdan istenmeyen bir durum olsa da eğer herkes
zenginleşiyorsa sorun yaratmayabilir. Ancak ekonomik gelişmenin nimetleri zaten
yüksek gelirli olan nispeten az sayıda kişiye gidiyorsa, ki esasen bugün olan
da budur, bir sorun oluşacağı barizdir’’
İlerleyen sayfalarda
artık tarihteki haklar çağının kapanmakta olduğu ve orta sınıfın giderek
korumasız olduğundan bahsetmektedir. Bunun yanında sosyal devlet sistemlerinin
zayıflaması olumsuz bir etkiye sebep olmuştur. Zenginler devamlı zenginleşirken
fakirler fakirleşmeye devam etmektedirler. Kısaca Bauman için günümüzdeki durum
rezildi, peki ya madem rezilse insanlar neden hala daha bu sisteme
katlanıyorlardı?
Bu durumun sebebi onun
için günümüzde yapılan propagandalardır. Özellikle ünlü Neoliberallerden
Teatcher’ın şu sözleri, eşitsizliği kutsayan bu saplantının temel görüşlerini
ortaya koyar:
Bireylere değer vermemizin
nedenlerinden biri, tümünün aynı olması değil, hepsinin farklı olmasıdır. Bence, Eğer bunu yapabilecek potansiyelleri
varsa çocuklarımızın uzamasına, bazılarının uzayarak diğerlerini geçmesine izin
vermeliyiz. Çünkü hem kişinin kendi çıkarı hem de bütün olarak toplumun
menfaati için her bir vatandaşımızın potansiyelini tam olarak kullanabileceği
bir toplum yaratmalıyız.
Thatcher’ın bu
söylediklerini doğru kılan 2 öncül şunlardır.
1.İnsanların yetenekleri
maruz kaldıkları sosyal koşullardan ziyade tıpkı fiziksel özellikler gibi
gücünü doğuştan alır.
2. Her birey çıkarlarını
takip ederek toplam faydayı maksimize eder.
Bunun yanında hiçbir
gerçeklik payı olmamasına rağmen birçok piyasacı için şu görüşler geçerlidir:
( 1 ) Elitizm faydalıdır
(çünkü tanım gereği, sadece nispeten az sayıda kişinin sahip olduğu yetenekler
geliştirilerek çoğunluğa fayda sağlanabilir);
(2) Dışlama toplumun
sağlığı için hem normal hem de gereklidir; hırs daha iyi bir yaşam için
faydalıdır.
Bauman bununla da kalmaz
ve şunu da ekler, ‘’homo economicus’un’’ tüm özelliklerini aşağılamaya başlar:
‘’İnançları ve niyetleri
ne kadar asil ve ulvi olursa olsun, insanların çoğu kendilerini düşmanca ,
kinci ve hepsinden öte inatçı gerçeklerle (her zaman her yerde olan hırs ve
yozlaşma, her tarafta rekabet ve bencillik gerçekleriyle bunlardan kaynaklanan,
karşılıklı şüpheyi ve sürekli teyakkuz halinde olmayı önerip yücelten
gerçeklerle) yüzleşmiş halde buluyor.’’
İnsanların çoğu ise tüm
bu günümüz toplumunun temellerini oluşturan bu özelliklerin ne kadar kötü
olduğunu bildikleri halde boyun eğmektedirler. Çünkü onlar bu sistemin bazı
soyut ilkeler ve sosyal anlaşmalar, inşalar üstüne kurulmuş yapay bir yapı
olduğunu değil, tıpkı fizik yasaları gibi ‘eşyanın doğası’ olduğunu
zannederler, o zaman nasıl ki fizik yasalarından kaçınılması imkansız ise
günümüz tüketim toplumunun bu nahoş özelliklerinden de kaçınılması imkansızdır
ve bu yolda harcanan tüm çabalar beyhudedir. Tarihin sonu bellidir ve ona itaat
edilmelidir.
Liberallerin eşyanın
doğası olarak saydıkları özellikler ise şunlardır :
1 . İnsanların bir arada
yaşamasından kaynaklanan tüm sorunların (ve her bir sorunun) üstesinden gelmenin
ve bunları çözebilmenin tek yolu ekonomik büyümedir.
2. Sürekli artan tüketim
ya da daha doğru bir ifadeyle yeni tüketim nesnelerinin dolaşımının hızlandırmak
insanın mutluluk arayışını tatmin etmenin belki de tek, muhtemelen esas ve en
etkili yoludur.
3. İnsanların eşit olmaması
doğaldır ve insan hayatındaki olasılıkları kaçınılmazlıklara göre düzenlemek
hepimiz için faydalıdır; yaşamın kaideleriyle oynamak herkese zarar getirir.
4. Rekabet (iki yönüyle:
hak edenlerin yükseltilmesi ve hak etmeyenlerin elenmesi/alçaltılması hem sosyal
adaletin hem de sosyal düzenin sağlanması için aynı anda gerekli ve yeterli
koşuldur.
Bauman için bunlar
hakkında hiçbir kanıt yoktur, ancak tüm piyasacı ve liberal politikalar bu
ilkeler üzerine kuruludur. O halde bir liberalin bunlara dair kanıt sunma
yükümlülüğü vardır (yazı içinde teker teker ele alacağım)
CÜZDANIYLA OY VEREN
SEÇMENLER
‘’Its the economy,
stupid’’ bu söz Bill Clinton’un 1992 kampanyasına ait olmakla beraber bir
zeigeist’i özetler. Günümüzde özellikle de Amerikan siyaseti ekonomik söylemler
tarafından domine edilmiştir. Seçmenler artık kime oy vereceklerini seçerken
kişilerin sosyal ve dış politika planlarından ziyade ‘cüzdanlarına kaç para
gireceğini’ hesaplamaktadırlar.
Seçtikleri kişinin insan haklarındaki sicili çok
kötü olabilir veyahut
dünya görüşü seçmenlerinin bir kısmına ters gelebilir ancak bu kişi iyi bir
ekonomik büyüme vaadediyorsa günümüz paradigmasında bir seçmenin yapması
gereken ve aynı zamanda yaptığı şey o kişiye oy vermektir. Bauman için artık
kişiler iyi bir yaşamı ekonomik büyüme ile özdeşleştirmiştir. Hatta ve hatta politik prensiplerinden ödün vermediği için ekonomik büyüme vaatlerine kulak asmayanlar 'aptal'dırlar. Homo economicus'un sanatsal hazları veya politik ilkeleri olamaz, tüm amacı sadece ekonomik ve maddi olarak çıkar maksimiazasyonu yapmak ve bu yolda olabildiğince az tökezlemektir. Üstelik bu kanı
saçma olduğu gibi ünlü ekonomistler tarafından reddedilmektedir. İnsanın
ihtiyaçlarını tatmin etmek konusu onun için ‘yetersiz ürün tedariki’nin
başımıza açtığı kısa süreli bir dertten ibarettir. Eğer ihtiyaçlar toplamı
hesaplanabilir ve üretim kapasiteleri de bunu karşılarsa fazlasına gerek
yoktur, durum stabilleşecek ve insanlar artık daha komplike hazlara
yönelebilecektir. Burada faydacı liberalleri kendi silahı ile vurur ve Mill’in ‘
Politik ekonominin ilkeleri’ kitabından bir alıntı yapar:
‘’Anaparanın ve nüfusun
durağanlaşması insanlığın ilerlemesinin durması anlamına gelmez. Her türlü
zihinsel üretim ile ahlaki ve sosyal ilerleme için her zamanki kadar faaliyet
alanı olur; zihinler geçinme derdiyle meşgul olmayı bıraktıklarında yaşam
sanatının geliştirilmesi için daha fazla alan yaratılır ve gelişme olasılığı
artar.’’
Ayrıca Bauman’ın
kitabında Mill’in bu kitabı için ‘başyapıt’ gibi bir niteleyici kullanması
garip. Daha sonra ise başka bir ünlü ekonomist olan Keynes’ten alıntı yapar:
"Ekonomi sorununun,
ait olduğu arka sıralardaki yerini alacağı, insan kalbinin ve aklının yaşamın,
insan ilişkileri, yaratılış, davranış ve din gibi gerçek sorunlarla (tekrar) meşgul
olacağı gün çok uzak değil'’
Tüm bu söylenenlere
rağmen, özellikle neoliberal dönemde yani sosyal devletin zincirlerinin
gevşemesinden ziyade tahmin edilenin aksine insanlar kompleks hazlarını
geliştirmekten ziyade sadece varlık peşinde koşmaya devam etmiştir. Üstelik her
türlü kötülüğün suçu işçilere ve sosyal devlete atılmaya başlanmıştır:
‘’Büyümeye Geçiş krizden
ders çıkarmayı başaramayıp, işgücü piyasalarının serbestleştirilmesi için
uğraşmaya devam ediyor. Şu anki krize katkıda bulunan politikalar çözüm olarak
sunuluyor. Daha fazla güvene ihtiyaç duyulan bir zamanda OECD'nin işçiler için
korumayı azaltma önerisinde bulunması özellikle endişe vericidir.’’
Üstelik Neoliberalizm
bununla da kalmaz, zenginlerin serbestçe hareket etmelerine ve onların sömürmek
için en uygun yerleri kolayca bulmalarına yol açıyor, sömürüyü derinleştirmek
ve insanları daha da köleleştirmekten başka hiçbir şey yapmıyor. Üstelik işgücü
piyasalarındaki kısıtlanmaların kaldırılması fakirleri daha fakir yapıyor.
Gelir seviyelerine darbe vurmakla kalmayıp hayatları da sermayedarların
keyiflerine bağlı oluyor. Bauman aslında burada gayet açık ve nesnel bir
iddiada bulunmakta:
‘Neoliberalizm insanları fakirleştiriyor!’
Bauman bunun yanında bir
şeyin de altını çizer, böyle bir iddia ortaya atıldığı zaman bir liberalin
yapacağı ilk şey piyasaların serbestleşmesi ile toplam varlıktaki artışın
arasındaki bağlantıyı ortaya koymaktır. Ancak Bauman için liberallerin gözden
kaçırdığı şey, toplam varlıktaki artışın eşitsizliğin artışı ile paralel
gitmesidir. (Bu liberal için bırakalım negatifi, pozitif bir özelliktedir.)
Sonra ise damlama
teorisine saldırmaya devam eder.
‘’Zenginlerin daha da
zenginleşmesinin, varlık ve gelir hiyerarşisinde aşağıda kalanlar şöyle dursun,
sıralamada kendilerinden hemen sonra gelenlere bile faydası yoktur; varlığın
yukarıdan aşağıya yayılacağını söyleyen hayali "merdiven', gittikçe tıkanmış
bir eleğe ve aşılamaz bariyere dönüşüyor. "Ekonomik büyüme" az sayıda
insan için servet artışı, sayılamayacak kadar çok olan diğerleri içinse sosyal
statüde ve kendine saygıda hızlı bir düşüş anlamına geliyor.’’
Üstelik bu damlama
teorisi reel ekonomiye de kesinlikle zarar vermektedir:
‘’Modern ekonomi teorisi,
denetimsiz piyasaların daha geniş ekonomiye fayda sağlayacak şekilde
işleyeceğini öngörür. Bununla birlikle, bankaların küresel ekonomiye kontrolsüz
kredi pompalamasına yol açan şey ahlaksız teşvikler olmuştur. Bir sermayeciler
kuşağı böylece zenginleşirken, bu durum "reel ekonomiyi'' tıkayan
işlemlerin yaygınlaşması yoluyla gerçekleşmiştir. Para yeni varlıklar, iş sahaları ve iş imkanları
yaratmaktan ziyade zaten varolanın transferi yoluyla şirket satın alımlarına,
özel sermayeye, mülke, çeşitli spekülatif işlemlere ve servet birikmesini
beraberinde getiren finansal ve
endüstriyel faaliyetlere aktarılmştır.’’
Tüm bu verilen
örneklerden yola çıkarak, Bauman’ın argümanı kısaca şudur:
"Kredi veren ve
finansal kuruluşların serbestleştirilmesi ve özelleştirilmesi yüksek kazançlar,
Komisyonlar ve primler sağlayarak finans endüstrisinin tepesindekilere kolay
para kazandırırken, "reel ekonomide’’ yaşayan ve çalışan, aynı zamanda
hayatlarının seyri ekonomideki iniş çıkışlara bağlı olan milyonlarca kredi
lehtarının zaten yetersiz olan varlıklarını daha da kurutmaktadır.’’
Damlama teorisi, alt
kesimi sömürmekten başka hiçbir şey yapmamıştır.
Evet, Bauman’ın
yorumlarının birinci kısmında ana eleştiri kaynakları liberallerin insan doğası
hakkında varsayımları ve kişisel çıkarı yüceltmeleri, ekonomik büyümeyi yeni
bir din haline getirmeleri ve 80 sonrası piyasalardaki serbestleşmeydi. Bir
sonraki yazıda bu iddiaları hem teorik, hem de ampirik veriler ışığında bir
liberal nasıl cevaplayabilir? Sorusu karşınızda olacak. Bu arada, 80 sonrası
serbestleşmenin sadece bir re-regülasyondan ibaret olduğunu ve sadece yeni bir
devletçilik yönteminden başka bir şey yaratmadığını söyleyen Kevin Carson gibi
sol liberteryenlerin iddialarını da ortaya koymaya çalışacağım.
19 Ocak 2023, Alperen Özali
KAYNAKÇA
(1)
Bentham, Jeremy, Yasamanın İlkeleri,
Barkın Asal, On İki Levha Yayıncılık,2011
(2)
Aydın, Metin, Klasik faydacılık (Utilitarianism), ESKİYENİ Yayınları,2022
(3) Aydın,
Metin, Klasik faydacılık
(Utilitarianism), ESKİYENİ Yayınları,2022
(4)
Crimmins, James, The Bloomsbury
Encyclopedia of Utilitarianism, Bloomsbury Academic,2017
(5) Aydın,
Metin, Klasik faydacılık
(Utilitarianism), ESKİYENİ Yayınları,2022
(6) Aydın,
Metin, Klasik faydacılık
(Utilitarianism), ESKİYENİ Yayınları,2022
(7) Crimmins,
James, The Bloomsbury Encyclopedia of Utilitarianism, Bloomsbury Academic,2017
(8)
Rothbard, Murray N., Jeremy Bentham:
From Laissez-Faire to Statism, Mises İnstute, Mises Institute, 02/04/2019, https://mises.org/library/jeremy-bentham-laissez-faire-statism
(9)
Mill, John Stuart, Özgürlük Üzerine,
(Çev.B. Tartıcı), Kutu Yayınları, 2019
(10)
Mill, John Stuart, Özgürlük Üzerine,
(Çev.B. Tartıcı), Kutu Yayınları, 2019
(11)
Mill, John Stuart, Özgürlük Üzerine,
(Çev.B. Tartıcı), Kutu Yayınları, 2019
(12)
Mill, John Stuart, Özgürlük Üzerine,
(Çev.B. Tartıcı), Kutu Yayınları, 2019
(13)
Aydar, Selahattin, LİBERALİZMİN TEMELLERİ:
FAYDACILIK VE DOĞAL HUKUK ÜZERİNE BİR İNCELEME, Uluslararası Anadolu Sosyal Bilimler
Dergisi, 2021 5-1, 309-328
(14)
Doğruyol, Adnan ve Şükrü Cicioğlu, BİR İKTİSAT BİLİMİ
İKİLEMİ: İNGİLİZ DÜŞÜNCESİNDE ETİK VE FAYDACILIK EKSENİNDEN J.S.MILL VE MORAL
TEORİSİ, SAKARYA İKTİSAT DERGİSİ,2013 5-3
(15)
Doğruyol, Adnan ve Şükrü Cicioğlu, BİR
İKTİSAT BİLİMİ İKİLEMİ: İNGİLİZ DÜŞÜNCESİNDE ETİK VE FAYDACILIK EKSENİNDEN
J.S.MILL VE MORAL TEORİSİ, SAKARYA İKTİSAT DERGİSİ,2013 5-3
(16)
Doğruyol, Adnan ve Şükrü Cicioğlu, BİR
İKTİSAT BİLİMİ İKİLEMİ: İNGİLİZ DÜŞÜNCESİNDE ETİK VE FAYDACILIK EKSENİNDEN
J.S.MILL VE MORAL TEORİSİ, SAKARYA İKTİSAT DERGİSİ,2013 5-3
(17)
**
Bauman kısmında yaptığım tüm alıntılar, kendisinin ‘‘Azınlığın zenginliği
hepimizin çıkarına mıdır?’’ kitabından kendisinin aldığı alıntılar ve kendi
alıntılarından alınmıştır.
Bauman,
Zygmunt, Azınlığın zenginliği hepimizin çıkarına mıdır?, Hakan Keser, Ayrıntı
Yayınları, 2014