yazılarımızdan arayın

29 Haziran 2022 Çarşamba

Şartlı/Şartsız demokrasi ve azınlığın çoğunluğa fedasının kusurları


 


3- "Çoğunluğun iradesi, diğer insanlar üzerinde baskı yapabilir; gücün çoğunluk tarafından kötüye kullanılmasının önlenmesi gereklidir. ‘Çoğunluğun tiranlığı’ topluma karşı bir kötülüktür ve toplum buna karşı korunmalıdır."

John Stuart Mill

Not: bu yazıyı yazdığım zaman bir klasik liberal ve utiliteryendim, şimdi ise volunteryenizme ve her ne kadar tam olarak utiliteryenizmi reddetmesem de egoizme daha yakınım. Görüşlerim şimdi değişsse de müdahale etmeden olduğu gibi paylaşmak istedim.

Dünya tarihi başladığından beri insanlık ortak, herkesin içinde huzurla yaşayabileceği bir yapı arayışına çıkmıştır. Burada biz ilk örneklerimizi Mezopotamya devletlerinde görebiliriz. Mezopotamya devletlerinde halk, krala tam yetki vererek onu tanrının yeryüzündeki vekili seçmişlerdir. Bu kral ise idaresini gökyüzüne dayandırarak Kadir-i Mutlak devlet’i oluşturmuştu. Devlet Tanrı’nın yeryüzündeki adeta ifadesi, kral da onun buradaki elçisi idi. O halde sorgulanamaz, denetlenemezdi. Bu ise kusurlu ve yıkılmaya mahkum bir anlayıştı. Krallar halkın ne yaşay
acağını önemsemeden sık sık savaşa girmiş, halk ise bunun cefasını sabırla çekmek zorunda kalmıştı. Çünkü Halk denetleyici değildi. Kral kimseye hesap vermiyordu, dolayısı ile halk bir piyondu, o kadar. Bu anlayışın yıkılması için -ne acı ki- binlerce yılın geçmesi ve 1789 yılına gitmemiz gerekecek.

l'État c'est moi! (Devlet Benim) Bu 18. Yüzyıl Fransa ancien regime’inin en basit ve açıklayıcı tanımıdır. Bu sırada Fransız halkı sık sık yapılan savaşlardan dolayı elde ne var ne yok ise Devlete vermiş ve sonunda ekmek bulamaz hale gelmişti. Ancak XIV. Louis için bunlar bir şey ifade etmiyordu. Tebaası ona itaat etmeli idi, koşulsuz ve şartsız. Bu rejim elbette ki fazla süremezdi, Rousseau, Voltaire ve Montaigne gibi aydınların yaktığı meşale Robespierre ve Jakobenler tarafından taşındı ve Jakobenler bir Tiran’ı 1789’da devirdi. Eşitlik, adalet ve özgürlük! İktidar, iktidarın asıl sahibi olan; askere gidip vergi veren Fransız Halkınındı. Peki, ya Fransız halkı da tıpkı Hükümdar olan Tiran gibi birey haklarını ihlal etmek isterse? Bu sefer Kralın yerine %50+’nın Tiranlığı mı gelecekti. Giyotinler bunun için kurulmuş? Aydınlar bunun için mi yazmıştı? Bu alıntı ile ele almak istediğim asıl mesele budur.

Burada karşımıza iki ekol çıkar,

Montesquieu’cu kuvvetler ayrılığı ve ihlal edilemez haklar(bu liberal bir değer olan birey haklarını güvenceye alır)

Rousseau’cu ve Diderot’çu  genel irade (bu bence tiranların yer değiştirmesidir)

GENEL İRADE VE BİREYSEL HAKLARIN KAÇINILMAZ KARŞILASMASI

Eleştireceğimiz kavram için Diderot’tan bir alıntı yapmam gerekiyor:

‘Bireye adalet ve adaletsizliğin ne olduğunu belirleme hakkını vermiyorsak, bu büyük meseleyi hangi merciinin önünde savunabiliriz? Nerede? İnsanlığın önünde. Buna sadece insanlık karar vermeli, zira herkesin iyiliğinin dışında bir arzusu yoktur. Bireysel iradeler kuşkuludur; ya iyi, ya kötü olurlar. Fakat genel irade her zaman iyidir. Hiçbir zaman yanıltmamıştır ve bundan sonra da yanlış yönlendirmeyecektir. . . . Bireyin ne derece insan, vatandaş, tebaa, baba veya çocuk olması gerektiğini ve ne zaman ölüp, ne zaman yaşaması gerektiğini bilmesi için genel iradeye başvurması gerekir. Tüm yükümlülüklerin sınırlarını belirlemek genel iradenin işidir.’

Buna karşılık verebilmek için de toplumun nasıl baskıcı bir yapıda olduğunu anlamamız gerekir.

Biz, bir toplamda yaşar, büyür ve gelişiriz. Bu toplumun çeşitli kuralları vardır. Bu kurallar bize aşılanır, hem de pek küçük bir yaşta. Biz ise hayatımız boyunca bu kuralların etkisinde kalırız. Çünkü toplum ve ailemize göre biz onların yeni bir neferi, hayallerini başaracak ‘küçük’ rolündeyizdir. Yani fiziksel olmasa da toplum bizden roller bekleyerek bize bir nevi manevi ve psikolojik baskı uygulamaktadır. Gelenekler bu şekilde oluşmaktadır. Yaşlı komşular evde kalmış kızın ya da dul bir diğer kadının dedikodusunu yapar, çünkü dedikodu fiziksel olmasa da ruhani bir cezalandırma ve baskıdır. Baskılanan kişi yeniden saygı duyulan bir üye olmak istiyor ise toplumun dediklerinin genelini yapmalıdır. İşte bir genel irade örneği. Genel irade, azınlığın iradesini her zaman bastırır Peki bu koşulsuz demokrasilerde ne demektir ?

 

%50+’ya karşı birey hakları savunusu

Tarihin amacı varsa, daha doğrusu eğer olmalı ise; benim gibi bir faydacı için ancak fayda ve kişilerin kendi öznel olan faydalarını en iyi şekilde hesaplayabildiği durum olan özgürlük üstünedir. Dolayısı ile bu konuyu özgürlük açısından ele almalıyız. Bir toplum düşünelim, A toplumunun %70’i X’i doğru bulurken, %30’u B’yi doğru bulmaktadır. Birey haklarının koşulsuz şartsız korunmadığı ve kuvvetler ayrılığının bulunmadığı bir sistemde, %70 seçimlerde 100 koltuğun 70’ini alacaktır. Denetleyici bir üst meclisin (senatonun) bulunmadığı yerde %30’un kaderi artık %70’in insafına bağlıdır. Bu iki farklı topluluğun birbirine ters düşen bir inanca, örneğin bir taraf Protestan bir taraf Katolik olsun, bu durumda artık bir hükümdarın değil, bir çoğunluğun azınlığa tiranlığı vardır. Değişmeyen şey ‘Tiranlık’tır. Bu ise tarihin amacı olan özgürlüğe bir set, bir engeldir.

Alman halkı genel iradesi ile Adolf Hitler’i seçmiştir. Eğer genel iradenin asla yanılamayacağı gibi bir görüşü savunur isek bu korkunç yönetimin savunusu ağırlığına girilmesi gerekir. Eğer Hitler’i birey haklarını ihlal ettiği için düşürebilecek bir üst meclis gibi bir kurum, ya da bu kararlarını durdurabilecek; birey haklarını koruyabilecek bir kuvvetler ayrılığı olsaydı Yahudiler toplama kamplarına gönderilmeyecek, Dünya korkunç bir savaştan kaçınılmış olacaktı.

 Bir bireyin hakları ve onun yasa yapma özgürlüğü ancak bir diğer kişinin hakkının başladığı yere kadardır. Dünya’daki tüm bilginin hiçbir zaman tamamen elde edilemeyip mutlak  doğru bir çıkarıma ulaşılamayacağını düşünecek olursak,ve bir insanın nev-i şahsına münhasır olan hazlarını ancak ve ancak kendisinin en iyi şekilde hesaplayabileceği prensibini göz önüne alırsak A topluluğu kimdir ki B topluluğuna müdahale edebilir? Ya da B topluluğu kimseye zararı olmadan mutlu olabiliyorsa ona neden müdahale etmektedir? Eğer tarihin amacı gerçekten de Rousseau'nun da inandığı gibi özgürlük ise kimsenin kimseye bir ‘piyon’ muamelesi yapamayacağı fikrini kabul etmiş olmamız gerekir.

Tarihin amacı eğer özgürlük ve fayda üstüne ise, herkesin mutlu olduğu ve hayatını bir başkasına zarar vermeden sürebileceği tek toplum: Demokrasinin ve ortak kararın var olduğu, ancak bu demokrasinin ‘şartlı’ olduğu ve bu şartın da birey hakları olduğu toplumdur. Bu toplumda hem A hem de B toplumu istediğini kendi arasında yapabilir. Böylelikle iki taraf da özgür bir biçimde ve zevk alarak yaşayabilecektir.



2 yorum: