yazılarımızdan arayın

25 Eylül 2022 Pazar

Faydacı çerçeveden ''retorik bir saçmalık olan'' doğal haklar

 

 Doğal haklar bugünkü insan hakları kavramının temelini oluşturduğu gibi, günümüz birçok liberalinin de adeta kılıcı haline gelmiş, onların diğer tüm ideolojilere karşı konforlu, aşılamayan duvarı olarak görülmüştür. Ancak gerçekten tartışmalarda doğal hakları öne sürmek o kadar da kolay mıdır, veyahut doğal hakları eleştiren ve liberalizme başka temeller sunan filozoflar yok mudur ? Vardır: Liberal Faydacılar.

 Bu yazıda Doğal hakları bertaraf etmeye çalışan Bentham'ın argümanlarını ve bundan sonra ise Bentham'ın bu kavram yerine koymak istediği bir başka kavramı açıklayacağım.

Öncelikle Bentham bir Ateist ve pozitivist bir siyasi teori geliştirmeye çalışan bir filozof olarak hayatı boyunca deney ve gözlem dışı olan kavramlara şüphe ile yaklaşmış, hedefi ise her zaman 'pozitif' bilimsel ve nesnel nitelikli bir hukuk ve siyaset teorisi geliştirmek olmuştur, doğal haklara karşıtlığının temeli ise budur. Onun ahlak felsefesini tanıyarak başlayalım.


Bentham için insanın hazza ulaşmaya çalışıp acıdan kaçmaya çalışması bir psikolojik gerçektir. Bu olgu birtakım metafiziksel spekülasyonlarla veyahut yanlışlanamayan, gökteki varlıklarla temellendirilmiş bir iddia değil, bizzat gözlemlerle erişilmiş bir olgudur. Hazza ulaşmaya çalışan ve acıdan kaçmaya çalışan insan kavramı daha sonra, Bentham'ın öğrencisi Mill tarafından şu şekilde açıklanmıştır: Bir şeyin görülür olması için verilebilecek biricik delil, insanların onu fiilen görmesidir. Yani ortaya atılan bir iddianın en açık kanıtı onun gözlemlenebilir olmasıdır, işte haz kavramı böyledir. İnsan doğasının hazza ulaşmaya çalışılması yaşadığımız dünyada gözlemlenebilen, apaçık bir olgudur. "Fizik için deney ne ise etik için de gözlem odur.'' İnsan, arzularını doyurmak üzerine kuruludur.

 ''Doğa, insanoğlunu iki muktedir hükümdarın yönetimine vermiştir: Istırap ve haz. Ne yapmamız gerektiğini de ne yapacağımızı da belirleyen bunlardır. …Yapacağımız her işi, ağzımızdan çıkan her sözü, aklımızdan geçen her şeyi bu ikisi belirler: Bu bağımlılıktan kurtulmak için sarf ettiğimiz bütün gayretler bunu kanıtlayıp doğrulamaktadır.''(1)

Bentham buradan hareketle, bu kesin gördüğü gözleme dayanarak, nesnel ölçütlere dayalı, onun bakış açısıyla 'hayali kavramlar' üzerine kurulu olan mevcut sistemler yerine, pozitif ve bilimsel bir dünya ve ahlak düzeni inşa etmek ister. 

Bentham faydacı ahlakı göz önüne alarak yani 'ahlaki eylemi herkes için toplam mutluluğu maksimize edecek olan eylem olduğunu fikrini kullanarak' yeni bir siyasi ve hukuk anlayışı çizer.

Bunun için ise ilk öncelikle hazları sınıflandırır. Biz haz kalkülü ve hiyararşisi kuran Bentham eylemlerde karşılaşılan ikilemlerde bu ilkeler ışığında seçim yapılması gerektiğini söyler. Bu ilkeler:Yoğunluk, süre, kesinlik ve yakınlığıdır. Bunlar kişinin içinde hesap etmesi gereken 'Manevi' kriterler olmakla beraber insanın toplumsal bir hayvan olması sonucu şu iki 'toplumsal ve dışsal' kriter de göz önüne alınmalıdır: Saflığı ve çoğalma kabiliyeti. Böylelikle hazların değer hiyerarşisi kurulurken insan bu haz aldığı eylemin etkilediği kişi sayısını da hesaplamalıdır ve hazzının etkisini olabildiğince kişiye yaydığı eylemi seçmelidir. Ancak Bentham haz ve acıların ölçümünü öznel ve manevi bir pencereden değil, gayet matematiksel ve nesnel şekilde tasarlar. X eyleminin y kişisine getireceği hazlar bir tarafa, acılar bir tarafa toplanmalı ve sanki bir teraziydemişçesine iki ayrı tarafa koyulmalıdır. Bundan ise sonra ise bu terazide haz ağır basıyorsa o eylem yapılmalı ancak acı basıyorsa yapılmamalıdır. Eğer eylem seçenekleri birden fazlaysa bu iki eylemden hangisinin daha fazla haz getireceği hesaplanmalıdır. Bentham'ın adeta işlem yapar gibi hazzı hesaplayan bu yöntemini kullanarak etiği de nesnel, ve niceliksel özellikleri ölçen bir bilim  kategorisi olarak görmeye başlamış. Yeni bir bilim yaratmıştır.

İşte insanın hareket ederken dikkat etmesi gereken nesnel kriterler bunlardır, eğer yasalar insanların daha iyi ve mutlu bir hayat sürmesini istiyorsa ve Bentham'a yasalar hayali varlıklarla değil, pozitif bilimsel ve nesnel ilkelere göre, bizzat gözlemle ve hayatın bizzatihi içinde olan kavramlarla yapılmalıysa, yasalar işte bu haz ve acı ilkelerine göre yapılmalıdır. Bentham'ın kendi siyasi ve hukuki temellendirmesi işte budur. Yasalar bir durumun korunmasını hedeflemez veyahut genel geçer değildir, yasalar hayatın içinden gelir ve insan hayatını bu ilkeler ışığında düzenler. Bu etik temellendirmeye gelen 'eğer iki haz birbiri ile çakışırsa ne yapılmalı, kişi hangisini seçmelidir ? veya 'iki kişinin hazları çatışıyorsa ne yapılmalıdır ? sorularını ise kendi 'haz ve fayda terazisi' ile bertaraf etmiştir.

DOĞAL HAKLAR 

Bentham'ın eleştirisnden önce doğal hak kuramına geçmek gerekir.

Doğal Hak kuramı derken ben 'Modern doğal hak' kavramından ve bu kavramların başında da John Locke'u baz alıyorum, bu belirtmem gereken önemli bir noktadır çünkü ondan başka birçok filozof da doğal hak kuramlarına sahiptir.

Doğal haklar bizzat insanın doğasına göre oluşturulur. Örneğin yaşamak, yemek yemek gibi aktiviteler doğaldır. İşte insan doğduğu andan itibaren doğal durumu budur, bu aktiviteleri yapma hakkı ona devlet veya toplum tarafından verilemez, bizzat o doğduğu andan itibaren bu aktiviteleri yapabilir. Yani bu aktiviteleri kimse sayesinde kazanmaz, o insan oldupu itibaren zaten bunları yapabilecek haldedir. Bunu ona doğa bahşetmiştir, bunlar kimsenin ona sunduğu bir lütuf değildir.


Locke'a göre insanlar doğal hallerinde sınırsız bir özgürlükle bu aktiviteleri gerçekleştirerek yaşıyorlardı. Ancak bir süre sonra kimin kişi anlaşmazlıklarında hakem olacağı veyahut toplu bir saldırı altında kimin kimi koruyacağı gibi çözümü bulunmayah sorular nedeniyle devlet adlı bir yapı oluşturuldu ve cezalandırma, savunma gibi haklarını ona devrettiler. Ancak onlar sadece bu iki şeyi devretmişti, yani mülkiyet veyahut eğlenme gibi aktiviteleri yapabilme hakları hala onlardaydı. İşte doğal hakların sınırı burasıdır. Devlet onlara hiçbir hak bahşedemez, hiçbir hakkı da alamaz, bu hakların hepsi onlara doğa tarafından verildiği gibi devletin görevi bu haklarda ekleme ve çıkarma yapmak değil, bunları korumaktır. Yani devlet hiçbir insanın hayatına bir müdahalede bulunamaz, güvenlik ve hukuk için gerekli olanlardan başka vergiler çıkaramaz. 

Doğal haklar, hak denen şeyin insana doğa tarafından verildiği, bu haklarda hiçbir ekleme veya çıkarma yapılamayacağını söylerek aldığı radikal tavırla, uzlaşmaya ve hayatın akışına dayalı, hak kavramının birey-toplum ilişkilerinden doğduğunu söyleyen Pozitif hukukla çatışma halindedir. 

BENTHAM'IN ELEŞTİRİLERİ

Bentham için doğal haklar basit ve retorik saçmalıklardan ibaretti. Şimdi eleştirilerine değinelim:

 

1. DOĞAL HAKLAR HAYALİDİR

 

Tüm doğal hak kuramları deney ve gözleme değil, tarihsel bir varsayımlar zincirinden doğmuştur. Ne bireylerin tabiat halinde sınırsız bir özgürlükte yaşadığı bilindiği gibi bu kişilerin toplanıp 'arkadaşlar hakem bulamıyoruz devlet kuralım' gibi binaya yalıtım yaptırır misali egemen yapı seçtiklerine dair hiçbir kanıt yoktur. Devlet belki cebir ile veyahut gerçekten de Locke'un söylediği gibi kurulmuş olabilir. Ancak bunlar, yasaların kaynağının bizzat hayatın içinden ve gözleme dayalı olarak gelmesini savunan Bentham için ciddiye alınacak bir iddia değildir. O, siyaset ve hukuk teorisini bilimsel bir kesinlikle kurmak istemektedir.

 

Burada Bentham'ın Mussolini'nin kılıcı gibi davrandığını düşünmeyin, çünkü onun da asıl hedefi doğal haklarda bahsedilen eylemleri hak olarak kabul edip devletin bunları korumasıdır. Bunun sebebi ise bunların sözleşmeci bir şekilde devlete devredilmediğinden ziyade insanların ancak bu eylemlerde özgür olarak mutlu olabileceğine inanmasıdır. Yani insanlar ancak özgürce yaşayabildikleri zaman faydalarını maksimize edebilirler.

 

2. DOĞAL HAKLAR SINIRLANAMAZ

 

Bir diğer itirazı da bu hakların insanların veyahut diğer filozoflar tarafından keyfince genişletilmesidir. Eğer hakların kutsanmış bir doğa veyahut tanrıdan geldiğine inanıyorsanız, bu hakların tartışılmaz olduğuna inanırsınız. Ancak hayat böyle değildir, toplum ve insanın ihtiyaçları çağdan çağa değişmekle beraber insan dinamik bir varlıktır, bir çağa uygun olan bir şey bir başka çağda uygun olmayabilir. Bunun dışında insanların yeni çağa veya durumlara uyum sağlayabilmesi veyahut var olan yanlışların düzeltimesi adına sizin bu hakların kutsanmış, sonsuza kadar varolmayan ve birey-toplum ilişkisinden doğduğunu kabul etmeniz gerekir. Yani tartışma ortamı için bu hakların mantık çerçevesinde doğduğunu kabul edip seküler, argümanlar üzerinden oluşturulduğunu kabul etmeniz gerekir. Yani sizin iddianız metafiziğin ve yanlışlanamaz garip varsayımların şatosundan çıkıp; insan mantığı, hayatın akışı ve ihtiyaçları, birey ve toplum ilişkisine dayalı argümanlar masasına oturmalıdır. Gerçek bir 'hak' ancak 'deneyim' ile oluşturulabilir.

 

 

 Bizzat insan mantığından ve tartışma ortamı, birey ve toplum ilişkisinden doğan yani 'seküler ve dünyevi' olan bir kavram insan mantığı ile tartışılabilir, faydası ve zararına göre haklara eklenip çıkartılabilirken, kutsanmış ve doğa üstüne hitap eden, hayatın içinden değil ancak varsayımlar zincirinden oluşan haklar tartışılamaz. Var olmuş yanlışların düzeltilmesi veyahut pürüzlerin düzeltimesi mümkün olmadığı gibi, bu hak kavramı her zaman ilerlemekte olan, dinamik bir yapıya sahip ve her zaman ona farklı bir 'ihtiyaçlar reçetesi' gereken insanın veyahut toplumun ihtiyaçlarına cevap olamaz, onları mutlu edemez ve geri kalır.

 

16.yüzyıl insanı ile 21.yüzyıl insanının 'aynı' olduğu düşünülebilir mi ? Ne krallıklar yıkılmış ve devrimler olmuş, teknoloji seviyesi çığır üstüne çığır atmışken, yasaların insanların ihriyaçlarından doğduğu ve onları mutlu etmek üzerine kurulduğunu kabul eden Bentham'ın 'Doğal Haklar'ı kabul etmesi mümkün müdür ?

 

3.DOĞAL HAKLAR ÇATIŞABİLİR VE BU DURUMDA HANGİSİNİN ÖNCELİKLİ OLDUĞU BİLİNEMEZ.

 

 Örnekle devam edelim, 19.yüzyıl İngilteresine bir göz atalım, çocuk işçiliğinden tutalım da tarlaları ellerinden alındığı için günde 13 saat çalışmaktan başka şansı olmayan belki de bunalımda olan milyonlarca işçiyi daha iyi şartlarda yaşamak (bir süre sonra bu olağanüstü durumun düzeleceğini söyleyebilirsiniz ama bu süre 100 yıla kadar dayanabilir, peki ya o zamana kadar bu işçilerin açlıktan ölmesi ya da Buckingham Sarayı'na yürüyen öfkeli işçileri beklemeli miyiz?) ve daha da pragmatik açıdan olası bir sosyalist devrimi engellemek için liberal ilkeler korunmakla beraber kısıtlı bir sosyal devlet anlayışı Bentham ve Mill için gereklidir ancak doğal haklar kuramına göre bu sözleşmeyi bozmak anlamına gelir. Bu insanların bırakalım bunalıma girmelerini, açlıktan sokaklarda teker teker ölseler dahi doğal haklara göre vergi çıkartılamaz ve sosyal devlet geliştirilemez. Hatta Doğal haklar burada bir çıkmaza girmektedir, insanların eğlenmek ve yaşamak gibi hakları ellerinden yavaşça alınılır, yani hakları yasada olmasa dahi pratikte gittikçe daralırken birtakım zenginlerin bu hakları devamlı gelişmektedir. Yani pratik ile teori birbiri ile çatışır hale gelir. Ancak yasaların bizzat insan hayatından alınması gerektiği fikrinde olan Faydacılar için bu sorunun gayet basit çözümleri vardır ve yollarına hem yaşama hakkı hem de özgürlük ilkesini koruyarak devam edebilirler.

 

 İşte yukarıda belirttiğim 'tartışılabilirlik ve mantıksallığın' değeri buradadır.

 

4.HAKLARIN TEMELİ DOĞAL HAL DEĞİL, HAZ VE ACI OLMALIDIR

 

Evet, bu yorucu yazının en son kısmına geldik, Bentham'ın son itirazı ise kendisinin insan ve ahlak anlayışı ile birleşir.

 

İnsanların hepsi tek bir ilkeye bağlı yaşar, bu ilkeler de haz ve acıdır. Bahsettiğim gibi insan hazza ulaşmaya çalışırken acıdan kaçmaktadır. Eğer siz doğal hak teorisini savunursanız bir şeyin hak olarak görülmesinin sebebi veyahut daha da spesifikleştirirsek bir şeyin ahlaki olmasının sebebi bu eyleim veya hakkın 'doğal haklar' ile uyumlu olması iken, bir faydacı için bir eylemin ve hakkın değeri onun faydayı ve hazzı maksimize etmesidir. O, bir şeye 'doğal olması' nedeni ile değil, faydalı olması nedeniyle sahip olur ve bunu kabul eder.

 

Bunun yanında, son olarak bu temel Bentham için çok daha fazla insanı ikna edebilirken (çünkü tartışma ve argümanlarla insanlar ikna edebilir)  hayali ve yanlışlanamaz, tartışılamaz olan doğal haklar birçok insanın farklı ve çok daha radikal 'doğal haklar teorileri' geliştirebilmesi gibi (bunlardan hangisinin doğru olduğu bu kavramlar mantıksallığa ve argümanlara dayanmadığı gibi seçilemez) bu tür hak teorileri aşırı derecede soyut ve varsayımsal olduğundan dolayı apaçık ve açıkça tartışılabilen faydacı ve pozitif bir hukuk teorisinden çok daha az insanı ikna edebilir.

 

@alperenzl

 

Not: Liberalizm ve faydacılık ilişkisi veyahut faydacılığın genel bir özeti adına :

faydacılar neden çoğulcudur ?

genel bir faydacılık özeti için

YARARLANDIĞIM KAYNAKLAR

https://www.libertarianism.org/columns/criticisms-natural-rights

https://www.libertarianism.org/publications/essays/excursions/jeremy-benthams-attack-natural-rights  

https://oad.org.tr/blog/aaaa205/

https://dergipark.org.tr/tr/pub/yead/issue/21830/234652

Locke,J.,Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler,Felix Kitap,2020

Locke,J., Second Treatise of Government:

https://www.gutenberg.org/files/7370/7370-h/7370-h.htm

 

Çavuşoğlu, A., (2019). "Doğal Haklar ve Jeremy Bentham", Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 37, Denizli, s. 24-31.  

https://acikerisim.aku.edu.tr/xmlui/handle/11630/8323

Bentham,J.,An Introduction to the Principles of Morals and Legislation:

 http://www.koeblergerhard.de/Fontes/BenthamJeremyMoralsandLegislation1789.pdf#page=43

BENTHAM, J.,Yasamanın İlkeleri. (Çev.) ASAL, B., On iki Levha Yayınları, 2011

Mill,J.S.,Özgürlük üzerine,Kutu yayınları,2019

9 Eylül 2022 Cuma

Popper'dan Popülizm çağında Liberal Demokrasi savunusu

Soğuk savaşın bitişinden beri Dünya'daki çoğu devletin demokrasi ile yönetildiği ve Demokrasi'ye duyulan heyecan ve güvenin Berlin Duvarı yıkılırkenkinden çok ama çok daha düşük olduğunu, Tarihin bilinen sonunun hala daha gelmediğini ve elimizdeki demokrasilerin garanti olmadığını artık biliyoruz. Özellikle Amerika ve Britanya gibi demokrasilerin kalesinde demokrasilere olan giderek artan ve şiddetli, yıpratıcı bir güvensizlik söz konusu. Sosyal medyada Platon'un demokrasi eleştirileri cirit atıyor. Böyle bir durumda sanırım demokrasiyi savunmak neredeyse şeytanın avukatlığından farksız halde. İşte böyle bir durumda 'liberal demokrasi' şovalyesi olan Karl Popper'ın demokrasi savunusunu işleyeceğiz. Bu yazımda ise demokrasi savunusunda onun son çalışması olan 'Hayat Problem çözmektir'i baz alacağım. Popper'ın savunduğu demokrasinin de basit bir çoğunluk diktatörlüğü olmadığı ve ''Liberal Demokrasi'' olduğunun da yazıya başlamadan altını çizmeliyim. (Demokrasi neden birey hakları şartı ile varolmalıdır ? sorusu hakkında yazım için : Şartlı/Şartsız demokrasi ve azınlığın çoğunluğa fedasının kusurları

1.Demokrasi kuramı üstüne

Popper yazısına Almancada ''demokrasi''nin kelime anlamını ele alır. ''Halkın egemenliği''ne denk gelen bu sözcük tek başına açıklayıcı olamaz. Çünkü ''demokrasi'' ile yönetilen çoğu ülkede ondan hesap sorulamayan genişl ve zorlayıcı bürokrasiler ve halkın taleplerini dikkate almayan hükümetlere sahiptir. Ayrıca saf kelime olan halk hakimiyeti kavramının tersine, ''tek kişinin egemenliği'' anlamına gelen bazı monarşilerde (örn:İsveç, Britanya) mükemmel bir demokrasi örneğidir. Gördüğünüz gibi ''Demokrasi Endeksi''nde Krallık olan İsveç 4.sırada iken Mısır 132. sıradadır.


Popper'a göre bu kelime anlamına göre ayrım anlamsızdır. Olması gereken ayrım şudur: Bir hükümetten kan dökmeden, barışçıl yollarla kurtulabilmenin mümkün olduğu hükümet sistemleri ve devletler, bir de bunun mümkün olmadığı hükümet sistemleri ve devletler. Popper'a göre demokrasinin asıl işlevi ''seçmek''ten ziyade ''barışçıl yollarla istenmeyen hükümetlerden kurtulmak ve onları denetlemek''tir. Halbuki asıl önemli soru buyken Platon'dan Marx'a kadar sorulan soru şudur: Kim yönetmeli ? Proleterya mı, filozof krallar mı... ancak bu sorular yanlıştır ve sorunun kendisi hatalıdır. Çünkü eğer insanlar bir hükümetten kan dökmeden kurtulabiliyor ise, yani hükümetin varlığı halkın onayına ve denetimine bağlı ise ve bunu yapmamalarının öngörülebilir cezaları varsa bu hükümet halkın istediği şekilde davranması için büyük bir teşviğe sahiptir demektir. Yani demokrasinin geçerli olduğu toplumlarda kim yönetmeli gibi kalıcı ve genelde baskıya dayanan (filozof krallar elbette otoriter olacaktır ve hiçbir proleterya iktidarı da düşman bellediği burjuvalara çiçekler dağıtmayacaktır.) idarelerden hangisinin olması gerektiğini tartışıp durmak yerine demokrasilerde zaten fikirlerin çarpışması sonucu tartışmalar ve uzlaşmalar şeklinde kimin yöneteceği belli olacak ve üstelik bu yönetenlerden memnun kalınmaz ise değiştirilebilirilecektir.

Popper bundan sonra ise Atina'dan örnekler vererek demokrasi, yazmak ve bilim arasında bir bağlantı olduğunu söyler. Atina bir demokrasi iken, M.Ö 530 yılları dolayında Avrupa'da neredeyse Aydınlanma'ya kadar hiç kurulmamış bir pazar vardı: ''Serbest kitap pazarı'' Cicero'nun yazdıklarına göre insanlık tarihine Homeros destanını onları yazıya geçirerek kalıcı olarak armağan edenler, ''demokrat Atinalı'' girişimcilerden başkaları değildi. Homeros'un yazılarına ve genel olarak yazılara Atina'da büyük bir istek ve arzu vardı, bu arzu adeta doyumsuz olmalıydı ki kitapların satımı hakkında döneminde görülmemiş pazarlar kurulmuş ve talepler böyle yaratımlarla karşılanabilmişti. 

Atinalılarda da görüldüğü üzere vatandaşlar eğer demokrasiye gerçekten bağlı ve her biri yönetimin şekli, onun seçilmesi ve düşmesi üzerindeki etkisine vakıfsa ve bu etkinin hem kendi hem de toplumsal hayata getireceği fayda ve zararların farkında ise o toplumdaki her vatandaş bu yönetimi daha faydalı hale getirmek veya zararlı gördükleri yapıları kaldırmak adına çok daha fazla tartışacak, adeta bir fikir pazarı yaşanacak ve her vatandaş yönetim üzerine düşünmeye daha fazla teşvik duyacaktır. Bu tartışma ortamı ve fikir çeşitliliği sonucunda ise demokrasiler daha faydalı sonuçlara yol açacaklardır.

''DEMOKRASİ HALKIN HAKİMİYETİ OLMAMIŞTIR, OLAMAZ VE OLMAMALIDIR.''

Platon'un yönetim sistemleri hakkındaki düşüncelerine bir göz atalım

Monarşi: Tek bir 'iyi' insanın yönetimi

Aristokrasi: Birkaç iyi kişinin yönetimi

Demokrasi: Halkın çoğunluğunun yönetimi, halkın içinde çok kötü olduğudundan dolayı en kötü yönetim şeklidir.

Tekrar edeceğimiz gibi, Platon'un burada sorduğu soru yanlış bir soru olan 'kim yönetmeli' sorusudur. Belki günümüz demokrat liderlerinden  tutun da diktatörlere kadar bu aşırı kişisel ve belirsiz soruyla meşgul olmuştur. Tabi burada ise neredeyse herkes kendince belli ancak aşırı derecede göreceli cevaplar verir. Platon en iyi diyerek konuyu biraz erken kapatır ama mesela Mussoliniye göre 'iyi' olan Faşistlerden başkası değildir. Bu 'iyi' olan Lenin için ise proleterya'dır, hatta  bu sınıfa o kadar güvenilir ki bu sınıf bir diktatörlük kurabilir ve silahlı işçi takımları ile 'kötü' olan liberallere, burjuvalara karşı sokakları kana bulayabilir, ne kadar ahlaki(!) 

Görüldüğü gibi bu tür ahlaksal cevaplar faydasızdır, toplumu sadece kavgalara sürükler ve gelişmeyi, uzlaşmayı ve ilerlemeyi kalıcı olarak önler. Elbette herkese göre kendileri ahlaklıdır ve bu tür ahlaksal cevaplar kesin bir yöneten grup veya kişi öngördüğünden dolayı gücü sınırlamaya değil, arttırmaya yani baskıya yöneliktir. Bu sorular en sonunda yönetim tartışmalarından ziyade 'iyi' insanlar ve 'kötü' insanlar gibi basit tartışmalara döner.

Popper bu sorular yerine şu soruyu ortaya koyar : Ahlaksal nedenlerden dolayı 'kaçınılması' lazım gelen yönetimler var mıdır ? Hep zarara yol açan hükümetlerden barışçıl yollarla kurtulmamızı sağlayan yönetim sistemleri var mıdır ? Popper için asıl bu sorular demokrasinin bilincinde yatar.

Popper buradan sonra ise Diktatörlüklerin sorumsuzluğundan ve baskıcılığından dem vurur ve bu diktatörlerin oy çokluğu ile başa galmelerinin onları demokratlar için meşrulaştırmadığını söyler. 20 Temmuz 1944'te bir grup Alman subay Hitler'i devirmeye çalışırken yaşadıkları durum buydu. Hitler oy çokluğu ile gelmişti, ancak bu onu meşrulaştırmazdı. Hitler oy çokluğu ile geldiği için ancak kendisi baskıcı bir diktatör olduğu için demokrasinin ilk şartını karşılasa da ikincisini karşılayamazdı. Onu kimse barışçıl yollarla yönetimden indiremezdi, çünkü gerçekten adil bir şekilde seçimlerin yapılması ve bir yönetimden barışçıl yollarla kurtulunabilmesi için 'ifade özgürlüğü' 'tartışma ortamı' 'sivil toplum' 'siyasal partiler' 'fikirlerin tartışmalarla çarpışması' gibi 'Liberal' değerler gerekiyordu. 

Yani bir demokrasi, gerçekten demokrasi olmak istiyorsa 'Liberal Demokrasi', bir demokrat da gerçekten demokrat olmak istiyor ise 'Liberal Demokrat' olmalıydı. Bundan ötesinde yaşanacak olan şey herhangi bir görüşten kişinin seçimleri kazanması ancak kazandığı yerden seçimleri yasaklamasından dolayı veyahut kurduğu baskıcı sistem sayesinde seçimle indirilememesi olacaktır ki bu da demokrasiyi 'Tiranları meşrulaştırma' aracından öteye götüremez. 

Yani 'demokrasi oyunu' ancak 'lliberal demokrasi' adlı kuralı kabul edenlerle oynanabilir. Demokrasilerin halk hakimiyeti olmadığını söyleyen Popper için Demokrasinin asıl işlevi gücü sınırlandırmasıdır. Popper'ın ''hoşgörü paradoksu'' adını verdiği şey budur, eğer siz demokrat olmayanların, baskıcıların seçilmesine izin verirseniz o seçim muhtemelen son seçiminiz olabilir. Almanya gibi ülkelerde bu yüzden Neo-Nazi hareketler yasaklanır. Elbette demokrasi katılımcı olmalıdır, ancak söz konusu katılımcılar o oyuna bir daha kimseyi almak isteyemeyip bir diktatörlük kurmak istiyorlarsa durumu tekrar düşünmek Popper için gereklidir. Tabi ki bu paradoks herkesin herkesi 'anti-demokrat' olmakla itham edip saf dışı ilan etmeye çalışması gibi kötü yanlara sahiptir ancak bu paradoksun doğru olmadığını göstermez. ''Demokrasiler halk yönetimleri değildir, diktatörlüğe karşı silahlanmış  kurumlardır.''

Demokrasinin asıl konusu yönetenin ''kim'' olmasından ziyade yönetimin ''nasıl'' olacağıdır.

''Kim Halktan sayılırsa sayılsın, ister askerler, memurlar, işçiler ve çalışanlar, rahipler, aydınlar, teröristler, ergenler- bunların hiçbirinin güç kazanmasını, yönetimini istemiyoruz. Onlardan korkmak istemiyoruz, onlardan korkmak zorunda kalmayı ise hiç istrmiyoruz. Gerektiğinde onların haksız taleplerine karşı kendimizi doğru zamanda savunmak istiyoruz ve savunmalıyız da. Sözel bir yanlış anlamadan veya alışkanlıktan dolayı ''demokrasi'' dediğimiz ve bir tanesi, egemenlik, yasanın yönetimi hariç bütün yönetimlere karşı (Liberal demokrasilerde yasalarda birey haklarının şart olduğu unutulmamalıdır.) kişisel özgürlüğü korumak isteyen, Bizim Batılı yönetim biçimlerimizin hedefi budur.''