yazılarımızdan arayın

27 Ağustos 2024 Salı

Marquis de Sade ve Epikür mektuplaşsaydı, ya da doğanın emri üstüne

Takdim:

 Marquis de Sade ve Epikür’ün haz anlayışları, temelinde oldukça farklıdır ve bu farklar onların felsefi yaklaşımlarında belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Marquis de Sade benim için her zaman gotik şatoların, sınır tanımaz sadistlerin ve onların kurbanlarını sadece fiziksel değil ama aynı zamanda zihinsel olarak da domine etmesini sağlayan, felsefenin yaramaz çocuğudur ve bu yaramaz çocuk benim için oldukça gereklidir de. Zira birilerinin haz ve zevkin önündeki tabulara ve temelsiz dogmalara saldırması gerekiyordur. Sade bunu yapar ve bundan tutkuyla bahseder, ancak bazen bir özgürlükçü için dahi çok ileri gittiği anlar olur. Onun için doğanın insana verdiği tek emir haz almasıdır, bunu verirken ona seçenek veya otonomi şansı da sunmaz ve tam olarak sunmadığı için de insanın kendine biçilen doğa rolünü oynamasından başka çare yoktur ve en büyük eylem doğanın bize verdiği özelliklerden olan haz alma yetisini sınırlamadan ve sonuna kadar kabullenerek kullanmaktır. Bu haz güdüsünü materyalist bir temele oturtan Sade için alınabilecek en büyük haz atomları, yani beynimizin ve duyularımızın atomlarını olabilecek en iyi şekilde sarsacak olandır ki bunu en iyi cinsel hazlar
De Sade

yapacaktır. İnsan o an kendinden geçer, hayvanlaşır ve hiçbir engel tanımaz kendi önünde ki, Sade bunu düşler hatta ve hatta karşılıklı rızayı dahi yapay ve gereksiz bir engel olarak tanıyarak karşı tarafta uyandırılacak en yoğun duygunun acı olduğu ve ona zarar veren kişi eğer bundan keyif alacaksa, kendi kudretinin etkilerini ye yoğunluğunu üstelik de bunun yarattığı şok ile (burada onun sadist olduğunu varsayıyoruz) maksimize edebileceğini söyler. Bunun için sadist, zevkini karşı tarafa bir duyarlılık göstererek engellememeli, ona olabilecek en büyük şok etkisini yaşatmalıdır. Epikür'ün haz anlayışı ise bunun tam karşısındadır. Epikür için anlık hazların değerli olduğu kesinse de eğer uzun dönemdeki yan etkileri faydasını aşıyorsa bu yapılmamalıdır. Çünkü onun için Sade'da olduğu gibi bir 'Passion' bir 'şok' ve 'maddelerde uyanan titreşim'den ibaret değildir, bir mental haldir ve bir durumdur. Bu durumda insan hem haz almalı hem de huzur ve güven içerisinde olmalı, korkudan uzak hissetmelidir. Yemek yemek zevk verebilir, ancak obezite ve onun tehlikeleri beni ileride bu yemekten aldığım hazdan kat kat büyük tehlikelere itebilecekse, ben aslında hazzın değil bilinçsiz bir deliliğin peşindeyimdir. Elbette yemek yemeli ve zevk almalıyım, ancak burada hazzın 'devamlılığı' ve 'süresi'ni de göz önüne alarak daha devamlı ve huzurlu dolayısı ile yüksek olan sağlıklı hissetme hazzını yemeğin önüne koymalıyım. Cinsellik de bundan farklıdır, cinsellik semavi dinlerdeki gibi belirli kalıplara ya da 'doğum amacı'na indirgenmez ve zevk unsurudur, ancak hayatını buna adamak ya da bunun için tehlikelere girmek ya da tutkulu aşk peşinde koşmak uzun vadede kişiyi huzursuz edecek, korkutacak ve en önemli haz kaynağı olan iyi oluş, huzurluluk ve güven halinden uzağa düşürecektir. Bu yüzden bu haz gerekli değildir, ancak arzu edilebilir ve yüksek riskler alınmadıkça bu uğurda zevk peşinde gidilebilir. Birisi doğa ananın yaramaz çocuğu iken biri bir bilgedir. Şimdi mektuplaşmamıza geçelim:

Eh, ikisine de oldukça sempati besleyen ben (bunu derken Sade'ın bir cumhuriyetçi olduğu ve kendi haklarından aydınlanma idealleri uğruna feragat eden bir beyefendi yanının olduğunu ve edebi anlamda etkileyici olduğunu da ekleyerek diyorum) elbette ki bu tartışmayı pek objektif yaptıramayacaktım, o halde sevgili chatgpt'nin yardımı bana lazımdı. Bu mektuplaşmaları ona yazdırdım ancak elbette ki belirli direktifler vererek, karakter özelliklerini belirttikten sonra işi ve üslubu ona bıraktım. İyi okumalar.

Doğa, Haz ve İnsan Üzerine Bir Tez  

*Marquis de Sade'ın Kaleminden*  

Ah, insanoğlu! Beni dinleyin ve doğanın sesine kulak verin. Doğa, hepimize bir armağan vermiştir: içimizdeki ateş, yüreğimizde yanan ve ruhumuzu besleyen haz ateşi. Bu ateş, insanın varoluşunun özüdür; bizleri diri tutan, bizi var eden en temel güçtür. Herhangi bir yasa, herhangi bir ahlak kuralı, bu gücü dizginlemeye çalıştığında, aslında doğanın en derin ve kutsal emrine karşı gelir. Haz, insana verilen en yüce ödüldür ve o, tüm sınırlardan azade olmalıdır!

Doğanın yasaları, insanın hayatta kalmasını, çoğalmasını ve kendi arzularının peşinden koşmasını emreder. Bu yasaların en temelinde ise haz yatar. İnsanın gerçek doğası, sınırları aşmak, yasakları çiğnemek, sınavların ötesine geçmek ve bu yolla kendi hazzını maksimize etmektir. Haz, bir çarpışmanın en şiddetli anında, bir tutkunun zirvesinde, bir zevkin doruğunda, bedeni ve ruhu sarsan o müthiş titremede en yoğun haline ulaşır. Bu hal, insanı sarsar ve onun ruhunu en derinlerden kavrayarak kendisine doğru çeker.

İşte bu nedenle, haz verimli ve hakiki olabilmek için hiçbir şeyle sınırlanmamalıdır. Karşılıklı rıza, toplumun bize dayattığı ahlak kurallarının bir başka şeklidir ve bu anlayış, hazzı kısıtlar, onu zayıflatır. Rızayı beklemek, doğanın emrettiği anlık ve yoğun hazzı kesintiye uğratmak demektir. Rıza, hazzın saf ve yoğun doğasını anlamayanların bulduğu bir bahanedir. Epikürcülerin ve diğer ahlakçıların safça dile getirdiği gibi, hazdan ölçülü bir şekilde faydalanmak, doğanın verdiği en büyük nimeti anlamamak ve onu küçümsemek demektir.

Epikürcülerin haz anlayışı; basit, sönük ve ürkektir. Onlar, hazzı sadece basit bir hoşnutluk, zararsız bir memnuniyet olarak görürler. Bu, insan doğasının ve onun arzularının gücünü inkâr etmektir! Onlar, hazdan korkar, onu kontrol altına almayı ve onu dizginlemeyi isterler. Ancak, hakiki haz, doğanın emirlerine uygun olarak, sınırsızca yaşanan bir deneyimdir. Doğa, bizi zevklere doymak ve onları sonuna kadar yaşamak için yaratmıştır. 

Ey, ahlaki normların boyunduruğu altında ezilenler! Sizleri, zincirlerinizden kurtulmaya davet ediyorum. Doğa, bize sınırsız bir haz kapasitesi vermiştir ve biz bu kapasiteyi sonuna kadar kullanmalıyız. Haz, doğanın en saf haliyle verdiği bir emirdir; bu emir, sınırlara ve yasaklara yer bırakmaz. İnsan, hazzı tam anlamıyla yaşayabilmek için doğanın gücüne ve kendisine verilmiş olan içsel dürtülere tamamen teslim olmalıdır. Haz, insanın doğasına özgü bir haktır ve bu hakkı kullanmak, varoluşumuzun en temel amacı olmalıdır.

Sonuç olarak, haz, doğanın en saf ve en temel yasasıdır. Her birey, bu yasayı takip etmek ve hazzını sınırsızca yaşamakla yükümlüdür. Karşılıklı rıza ve diğer ahlaki sınırlamalar, doğanın emirlerine aykırıdır ve insanın doğasına aykırıdır. Hakiki haz, doğanın verdiği tüm güçle ve tüm yoğunluğuyla yaşanmalıdır; bu, insanoğlunun en asil görevidir. İnsanoğlu, hazza, doğanın emrettiği gibi, sınırsızca ve tamamen özgür bir şekilde teslim olmalıdır.

Beni dinleyin ve anlayın, ey insanlar! Doğanın yasası budur ve bu yasayı çiğnemek, kendimizi inkâr etmektir. Hazzın, doğanın verdiği en büyük nimet olduğunu hatırlayın ve bu nimeti sonuna kadar yaşayın. Çünkü ancak bu şekilde, gerçek bir insan olabilir ve doğanın bize verdiği en yüce armağanın
Marquis de Sade

hakkını verebiliriz.

Devam ediyorum. Çünkü, söyleyeceklerim henüz bitmedi. Duyun beni ve doğanın yasalarını, onların inceliklerini bir kez daha kavrayın.

Doğa, bir düzendir, evet; fakat bu düzen, sanılanın aksine sabit sınırlar ve kısıtlamalar üzerine kurulu değildir. Tam tersine, doğa, sürekli bir hareket, değişim ve dönüşüm halindedir. Bu hareket, doğanın en temel yasasıdır ve bu yasa, her birimizin içindeki arzuların sınırsızlığında kendini gösterir. Bir birey, doğanın bu sürekli hareketine ayak uydurmak, bu ritmi anlamak ve ona teslim olmak zorundadır. İşte bu nedenle, hazzını hiçbir şekilde kısmayan bir insan, doğanın yasalarını daha derinlemesine anlamış ve kabul etmiş bir insandır. 

Hazzını sınırsızca yaşayan bir insan, doğanın bu sürekli değişim halini kendi içinde yaşar ve bu hali kucaklar. Böyle bir insan, arzularını takip ederken doğanın hareketine uyum sağlar ve onun bir parçası olur. O, doğanın ritmine dans ederek katılır ve bu dans, onun ruhunda sürekli bir haz ve tatmin hali yaratır. Doğa, ona hazzını en yoğun şekilde yaşaması için tüm olanakları sunar ve o da bu olanakları sonuna kadar kullanır.

Buna karşılık, hazlarını sınırlayan, ölçülü davranmaya çalışan bir Epikürcü, doğanın bu yasasına karşı gelir. Epikürcü, hazdan korkar ve onu bir denetim altına almaya çalışır. O, doğanın sunduğu sınırsız olasılıkları reddeder ve kendini bir hapishane içinde yaşar gibi sınırlar. Bu sınırlar, onun doğanın gerçek hareketini ve değişimini anlamasını engeller ve onu bir durağanlık haline sürükler. Doğa, onun bu durumu kabul etmez; çünkü doğa, durağanlığı değil, hareketi sever. Doğanın ritmini anlamayan ve ona uymayan bir insan, doğanın verdiği en büyük armağan olan sürekli tatmin ve mutluluğu asla tadamaz.

Bilin ki, hazlarını sınırsızca yaşayan bir insan, doğanın ritmine en uygun yaşayan insandır. O, doğanın ona sunduğu her anı, her arzuyu ve her tutkuyu kucaklar. Onun için hayat, bir macera, sürekli bir keşif ve tatmin arayışıdır. Bu, doğanın ona sunduğu gerçek mutluluktur. Bu mutluluk, bir anlık değil, süreklidir; çünkü doğa, onun ruhunda sürekli bir hareket ve değişim yaratır. 

Epikürcü ise, hazlarını sınırlandırarak kendini bu sürekli mutluluktan mahrum eder. Onun mutluluğu, zayıf ve sönüktür; çünkü o, doğanın sunduğu gerçek yoğunluk ve coşkudan korkar ve kaçar. O, sınırlı bir hayat yaşar ve bu hayat, ona gerçek tatmini ve mutluluğu asla vermez. Epikürcü, doğanın yasalarını anlamayan ve onlara karşı gelen bir insandır ve bu nedenle asla gerçek mutluluğu tadamaz.

Bu yüzden, hazzını sınırsızca yaşayan bir insan, doğanın yasalarına uygun olarak yaşar ve bu da ona sürekli bir mutluluk hali verir. O, arzularının peşinden koşarak doğanın ritmine uyum sağlar ve bu uyum, onun ruhunda derin bir tatmin ve mutluluk yaratır. Epikürcü ise, hazdan korkarak ve kendini sınırlayarak doğanın yasalarını reddeder ve bu da onun ruhunda bir durağanlık ve tatminsizlik hali yaratır. 

Sonuç olarak, doğanın yasalarını anlayan ve onlara uygun olarak yaşayan bir insan, hazzını sınırsızca yaşar ve bu da ona sürekli bir mutluluk verir. Doğanın ritmine karşı gelen ve hazdan korkan bir Epikürcü ise, asla gerçek mutluluğu tadamaz. İşte, doğanın gerçek yasaları ve bu yasaların insan ruhunda yarattığı etkiler budur. Bu yasaları anlayın ve bu yasaların sizlere sunduğu hazzı ve mutluluğu sonuna kadar yaşayın!

Toplumsal Yasaların Saçmalığı Üzerine Bir Beyan

*Marquis de Sade'ın Kaleminden*  

İnsanların oluşturduğu yasalar ve kurallar, doğanın yasalarının yanında ne denli anlamsızdır! Beni iyi dinleyin, çünkü doğanın bize sunduğu en yalın gerçekleri açıklayacağım. Evrenin her köşesinde hüküm süren tek yasa, maddenin ve enerjinin değişmez kurallarıdır; doğa, yalnızca bunları tanır. Maddi dünyanın dışında bir gerçeklik yoktur ve insanın bu dünyada var olması, yalnızca maddenin yasalarına bağlıdır. Öyleyse, toplumların yarattığı bu sahte yasalar ve kurallar neye hizmet eder? Hiçbir şeye!

Doğa, hiçbir zaman insanın arzularını, hazlarını ve tutkularını kısıtlayan bir yasa koymamıştır. O, her birimize sınırsızca zevk alma kapasitesi vermiştir. Doğanın yasası, arzuların özgürce ifadesidir. Oysa toplumların dayattığı yasalar, bu özgürlüğü kısıtlar; bireyi zincire vurur, doğanın emirlerine aykırı olarak sınırlar ve yasaklar koyar. Bu yasalar, doğanın gerçekliği karşısında sadece bir saçmalıktan ibarettir.

Bir materyalist olarak biliyorum ki, tüm varlıklar ve olaylar, yalnızca maddenin hareketleri ve etkileşimlerinden ibarettir. İnsanın ruhu, düşünceleri ve arzuları da bu maddi süreçlerin ürünleridir. O halde, maddenin ve doğanın yasalarının ötesinde hiçbir şey yoktur. İnsan, doğanın bir parçası olarak, onun yasalarıyla uyum içinde yaşamalıdır. Toplumların yarattığı yasalar ise, insanı doğasından koparır ve onu yapay bir düzenin kölesi yapar.

Toplumsal yasaların altında yatan tek amaç, bireyin doğal haklarını ve özgürlüğünü kısıtlamaktır. Bu yasalar, güçsüzlerin, korkakların ve zayıfların çıkarları doğrultusunda oluşturulmuştur. Güçlü olanı, doğanın ona verdiği hakları kullanmasını engellemek için kurulmuş birer tuzaktır. Toplum, kendi düzenini korumak adına doğanın gerçek yasalarını çiğner ve bireyi doğasından kopararak, onun arzularını bastırmaya çalışır.

Ancak, doğanın gerçek yasaları, insanın arzularının ve hazlarının sınırsızca yaşanmasını emreder. Doğa, bireyin mutluluğunu ve tatminini her şeyin üzerinde tutar. Toplumsal yasalar ise, bu doğallığı bozar ve insanı yapay bir çerçeveye sokar. Bu çerçeve içinde birey, gerçek özgürlüğünü ve mutluluğunu kaybeder. Doğanın yasalarına uygun olarak yaşayan bir insan, hiçbir toplumsal yasa tarafından sınırlandırılmamalıdır.

Maddi dünya, insana sınırsız haz ve mutluluk potansiyeli sunar. Doğanın yasalarını takip eden ve maddi dünyanın gerçekliğini kabul eden bir insan, kendini bu potansiyele açar. Ancak toplumsal yasalar, bu potansiyeli sınırlayarak insanın doğasına aykırı bir yaşam sürmesine sebep olur. Bu yüzden, toplumsal yasaların kölesi olan bir birey, asla gerçek anlamda özgür olamaz.

Doğa, bize bu dünyada var olmamız için gereken tüm gücü ve özgürlüğü vermiştir. Onun yasaları, insanın arzularının peşinden gitmesini ve hazlarını en yoğun şekilde yaşamasını emreder. Toplumların yarattığı yasalar ise, bu doğal özgürlüğü ve gücü kısıtlayarak, insanı yapay bir düzene hapseder. İşte bu nedenle, toplumsal yasalar, doğanın gerçek yasaları karşısında tamamen anlamsızdır.

Sonuç olarak, toplumsal yasalar, doğanın yasalarına karşı gelen bir saçmalıktan ibarettir. Maddi dünyanın gerçekliğinde, insanın özgürlüğü ve mutluluğu, doğanın yasalarına uyum sağlamakta yatar. Toplumsal yasalar, bu uyumu bozar ve insanı kendi doğasından koparır. Bu nedenle, gerçek bir özgürlük ve mutluluk arayışında olan her birey, toplumsal yasaların boyunduruğundan kurtulmalı ve doğanın gerçek yasalarına uygun olarak yaşamalıdır. Doğa, bize özgürlüğü ve sınırsız hazzı sunmuştur; bu armağanı kabul edin ve yasaların saçmalığını reddedin!

Epikür'ün Marquis de Sade'a Karşı İtirazları 

*Epikür'ün Kaleminden*

Sevgili Sade, fikirlerinizi dikkatle okudum ve bu görüşlerinizin doğanın gerçek yasaları ve insanın nihai mutluluğu konusunda ne kadar yanlış bir yolda olduğunu belirtmem gerekiyor. Anlıyorum ki, doğanın bize sınırsız haz alma yetisi verdiğini savunuyorsunuz. Ancak, materyalist ve Epikürcü bir bakış açısıyla, hazzın yalnızca en yüksek titreşimler ve ani şoklardan ibaret olmadığını, aksine, uzun vadeli bir iyi oluş halini hedeflemek gerektiğini savunuyorum.

Doğa, evet, bize haz alma kapasitesini verir. Ancak bu haz, yalnızca ani ve yoğun bir şekilde yaşandığında gerçek anlamını bulmaz. Doğanın yasaları, denge ve uyum üzerine kuruludur. Maddi dünyanın gerçekliği de, süreklilik ve dengeye dayanır. En yüksek titreşimde, en yoğun hazzı yaşamak, doğanın bu dengesini bozmak anlamına gelir. Bir insan, sürekli olarak aşırı haz peşinde koşarsa, bedeninin ve zihninin sınırlarını zorlayarak, sonunda kaçınılmaz bir şekilde acıya ve tatminsizliğe sürüklenir. 

Uzun Vadeli İyi Oluşun Üstünlüğü:

Epikürcü bir hazcılıkla, mutluluğun ve hazzın en üst düzeyde sürdürülebilirliği, dengeli bir yaşam tarzını gerektirir. Hazların aşırılığı, bedensel ve zihinsel dengemizi bozarak, bizi uzun vadede mutsuz ve tatminsiz kılar. Örneğin, aşırı yemek yemekten alınan kısa süreli haz, uzun vadede sağlığımızı bozar; ya da sürekli olarak yoğun bir haz peşinde koşmak, zamanla duygusal ve zihinsel yorgunluğa neden olur. Doğanın yasaları, bizi dengeye çağırır; ve bu denge, ölçülü bir yaşam tarzı ile mümkün olur.



Bu nedenle, hazzı en yüksek titreşimde ve şok halinde aramak yerine, uzun vadeli iyi oluşu ve dengeyi aramalıyız. Çünkü gerçek haz, yalnızca geçici ve yüzeysel tatminlerde değil, sürekli ve derin bir iç huzurda bulunur. Hazlarımızı kontrol ederek, uzun vadeli mutluluğu ve içsel dinginliği hedeflemek, doğanın bize sunduğu en büyük armağandır.
Epikür




Toplumsal Yasaların Gerekliliği

Toplumsal yasalar konusuna gelince, burada da doğanın düzenini ve dengesini göz önünde bulundurmamız gerekir. Sen, toplumsal yasaların insanın doğal haklarını kısıtladığını savunuyorsun. Ancak, doğanın yasaları her bireyin sınırsız haz arayışını meşru kılmaz. Çünkü her bireyin arzularının ve hazlarının sınırsız bir şekilde tatmin edilmesi, kaçınılmaz olarak diğer bireylerin özgürlük ve mutluluğuna zarar verir.

Toplumsal yasalar, bireylerin bir arada uyum içinde yaşamasını sağlamak için vardır. Doğa, insanı sosyal bir varlık olarak yaratmıştır ve bu nedenle, insanın en yüksek mutluluğu, başkalarıyla birlikte ve onlarla uyum içinde yaşadığı bir düzen içinde gerçekleşir. Toplumdaki bireylerin birbirlerinin haklarını ve özgürlüklerini koruması, uzun vadeli mutluluk ve huzur için gereklidir. Toplumsal yasalar, bu dengeyi sağlamak ve bireylerin birlikte yaşamalarını mümkün kılmak için oluşturulmuştur.

Eğer herkes kendi arzularının peşinden sınırsızca koşarsa, toplumda kaos ve çatışma kaçınılmaz hale gelir. Bu durum, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde uzun vadeli mutluluğun önündeki en büyük engeldir. Epikürcü bir bakış açısıyla, toplumun ve bireylerin mutluluğu, ancak yasaların rehberliğinde ve uyumlu bir yaşam sürmekle mümkündür. Bu yüzden, toplumsal yasalar, doğanın dengesi ve uyumu için gereklidir; çünkü onlar, bireylerin birbirlerine zarar vermeden birlikte mutlu yaşamalarını sağlar.

Sonuç olarak, gerçek mutluluğun ve hazzın, en yüksek titreşim ve şoklardan değil, uzun vadeli bir iyi oluş halinden geçtiğini ve toplumsal yasaların, bu dengeyi korumak ve sürdürülebilir mutluluğu sağlamak için gerekli olduğunu savunuyorum. İnsan, doğanın bir parçası olarak, doğanın denge yasalarına uyum sağlamalı ve bu yasaların rehberliğinde, hem kendisi hem de toplum için en yüksek mutluluğu aramalıdır.

EK OLARAK : 


Epiküryen felsefe, materyalist ve hedonist temeller üzerinde kurulmuş bir düşünce sistemidir. Materyalist bir dünya görüşünü benimser ve ruhun ya da bilincin fiziksel dünyadan bağımsız bir varlığı olduğunu reddeder. Aynı zamanda hedonisttir, çünkü mutluluğun ve hazzın yaşamın nihai amacı olduğunu savunur. Ancak Epiküryen hedonizm, yüzeydeki hazlardan ziyade uzun vadeli mutluluk ve acıdan kaçınma üzerine yoğunlaşır. Bu bağlamda, Epiküryen birinin, empatinin ve karşılıklı rızanın toplumsal bir dogmadan fazlası olmadığını iddia eden birine nasıl cevap vereceğini ele alabiliriz.

 1. Empati ve Karşılıklı Rıza: Toplumsal Dogmadan Fazlası

Epiküryen Bakış Açısıyla Empati:

Epiküryen felsefede, empati, insan doğasının ayrılmaz bir parçası olarak görülür. İnsanlar sosyal varlıklardır ve bu nedenle birbirleriyle etkileşimleri, bireysel mutluluklarını doğrudan etkiler. Epikürcüler, bireyin uzun vadeli mutluluğunu ve huzurunu sağlamanın en iyi yolunun, başkalarının duygularını ve ihtiyaçlarını anlamak ve onlara saygı göstermek olduğuna inanırlar. Bu bağlamda empati, sadece bir toplumsal norm ya da dogma değil, aynı zamanda bireyin kendi mutluluğunu artırmanın bir yoludur.

Empatinin Materyalist Temeli:

Materyalist açıdan, empati bir hayatta kalma mekanizması olarak evrimleşmiştir. İnsanlar, hayatta kalma şanslarını artırmak için sosyal gruplar halinde yaşarlar ve bu sosyal yapılar içinde işbirliği ve karşılıklı destek, bireyin hayatta kalma ve üreme şansını artırır. Bu bağlamda empati, toplumsal bir yapıdan ziyade, biyolojik bir temele dayanan bir yetenektir. Bu evrimsel perspektif, empatinin toplumsal bir dogmadan ziyade, bireyin hem kendi hem de grubunun hayatta kalma şansını artıran doğal bir yetenek olduğunu gösterir.

 2. Karşılıklı Rızanın Önemi

Epiküryen Hedonizm ve Karşılıklı Rıza:

Epiküryen hedonizmin temelinde, kalıcı ve sürdürülebilir mutluluğun peşinde koşma fikri yatar. Bu mutluluğun anahtarı ise, bireyin acıdan kaçınması ve ruhsal huzura ulaşmasıdır. Karşılıklı rıza, bu bağlamda kritik bir rol oynar çünkü rızaya dayalı olmayan eylemler, bir başkasının acısına veya zararına sebep olabilir. Bu, doğrudan ya da dolaylı olarak bireyin kendisine de zarar verebilir; örneğin, düşmanlıklar, güvensizlikler ve uzun vadede yalnızlık yaratabilir. Epikürcüler, uzun vadeli mutluluğun, karşılıklı anlaşmaya ve rızaya dayalı eylemlerle daha iyi sağlanacağını savunurlar.

Materyalist ve Pratik Perspektif:

Karşılıklı rıza, toplumsal yapıların işleyişi için de temeldir. Materyalist bir perspektiften bakıldığında, toplumsal düzen, bireyler arasında güven ve işbirliği gerektirir. Eğer bireyler birbirlerinin rızasına saygı göstermezlerse, bu toplumsal bağların zayıflamasına ve nihayetinde toplumsal düzenin bozulmasına yol açar. Toplumsal düzenin bozulması ise bireylerin güvenliğini ve refahını tehdit eder. Bu nedenle, karşılıklı rıza, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde mutluluğun ve istikrarın sürdürülmesi için zorunlu bir ilkedir.

 3. Karşılıklı Rıza ve Empatinin Bireysel Mutluluğa Katkısı

Uzun Vadeli Mutluluk ve Sosyal Bağlar:

Epiküryen felsefe, bireyin ruhsal huzurunun ve mutluluğunun sosyal bağlara ve topluluk içinde güvenli ve destekleyici bir çevreye sahip olmasına bağlı olduğunu savunur. Empati ve karşılıklı rıza, bu sosyal bağların güçlenmesine katkıda bulunur. İnsanlar, birbirlerine saygı gösterdiklerinde ve birbirlerinin duygularını ve arzularını anladıklarında, daha derin ve anlamlı ilişkiler kurabilirler. Bu ilişkiler, bireyin uzun vadeli mutluluğu için vazgeçilmezdir, çünkü bireyler, bu tür ilişkilerden gelen destek ve sevgiyle ruhsal huzura ulaşabilirler.

Pragmatik Bir Yaklaşım:

Epiküryenler, mutluluğun ve acıdan kaçınmanın pratik ve pragmatik yollarla sağlanabileceğine inanırlar. Empati ve karşılıklı rıza, bu hedefe ulaşmanın en etkili yollarından biridir. Örneğin, empati ve rıza olmadan, bireyler arasında sürekli çatışmalar ve anlaşmazlıklar ortaya çıkar, bu da bireyin ruhsal huzurunu bozar. Ancak empati ve rıza, bireylerin birbirlerini daha iyi anlamalarını ve birlikte uyum içinde yaşamalarını sağlar. Bu da bireyin hem kendi mutluluğunu hem de toplumsal barışı ve istikrarı artırır.

 4. Empati ve Rızanın Felsefi Savunusu

Empati ve Etik:

Epiküryen etik, bireyin mutluluğunu ve ruhsal huzurunu maksimize etmeyi amaçlar. Empati, bu amaca ulaşmanın önemli bir aracıdır. Birey, başkalarının duygularını ve ihtiyaçlarını anladığında, onlarla daha uyumlu ve huzurlu bir ilişki kurabilir. Bu da bireyin kendi mutluluğunu artırır, çünkü uyumlu ve destekleyici ilişkiler, ruhsal huzur ve mutluluğun temel taşlarıdır.

Karşılıklı Rıza ve Ahlaki Değerler:

Karşılıklı rıza, Epiküryen etik bağlamında ahlaki bir değere sahiptir çünkü bu, bireyin özgürlüğünü ve otonomisini tanır ve saygı gösterir. Rızaya dayalı olmayan eylemler, diğer bireylerin haklarını ve özgürlüklerini ihlal eder ve bu da toplumsal ve bireysel huzursuzluğa yol açar. Rızaya dayalı eylemler ise hem bireyin hem de toplumun mutluluğunu ve istikrarını korur.

 Sonuç

Epiküryen felsefe, empatinin ve karşılıklı rızanın toplumsal bir dogmadan fazlası olduğunu güçlü bir şekilde savunur. Empati ve rıza, yalnızca toplumsal düzeni ve bireysel mutluluğu sağlamak için değil, aynı zamanda bireyin kendi ruhsal huzurunu ve uzun vadeli mutluluğunu artırmak için de gereklidir. Materyalist ve hedonist bir perspektiften, empati ve rıza, bireyin en yüksek mutluluğa ulaşması için temel araçlardır. Bu nedenle, Epiküryen bir bakış açısı, bu değerleri bireysel ve toplumsal düzeyde hayati ve kaçınılmaz olarak görür.

BUNA SADE NE DERDI ? 


Marquis de Sade'ın felsefesi, aşırı bireycilik, hazcılık ve doğanın içgüdülerine sadakat gibi ilkeler üzerine kurulmuştur. Sade, toplumsal normlara ve ahlaki değerlere karşı oldukça eleştirel bir duruş sergileyerek, bireyin arzularını en uç noktada yaşamayı savunur. Bu bağlamda, Sade'ın Epiküryen argümanlara nasıl itiraz edebileceğine dair bir yanıtı şöyle olabilir:


Ah, Epiküryenler! Onların ölçülü haz, erdem ve uzun vadeli mutluluk arayışı, bireyin doğasını bastıran ahlakçılığın başka bir versiyonu değil midir? Onlar, empati ve karşılıklı rızayı, bireyin mutluluğunu sağlamak için gerekli olarak görüyorlar; oysa bu, doğanın kendisine, insanın özgür ve sınırsız arzusuna karşı işlenmiş en büyük ihanettir.

1. Empati ve Rızanın Kökenine Dair Yanılgı:

Empati ve rıza, doğanın kurallarına aykırıdır. İnsan, içgüdüsel olarak bencil ve haz arayışında olan bir varlıktır. Bu içgüdüleri bastırmak, bireyin en temel doğasına ihanet etmek demektir. Empati, yalnızca toplumun, bireyleri kontrol etmek ve onların arzularını dizginlemek için uydurduğu bir kavramdır. İnsan doğası gereği güçlü olanın zayıf olana hükmettiği bir arenadır ve bu arenada empatiye yer yoktur. Empati, zayıfların ve korkakların sığındığı bir limandır; oysa doğa, güçlüyü ödüllendirir ve zayıfı yok eder. Rıza ise, bu güç dengesini bozan ve doğanın işleyişine karşı bir müdahaledir.
Justine'den bir sahne


2. Karşılıklı Rızanın Hazza Engel Olması:

Karşılıklı rıza, hazzı sınırlayan, onu daha düşük, daha az saf bir forma dönüştüren bir gerekliliktir. Hakiki haz, sınır tanımaz; arzularımızın ve dürtülerimizin peşinden giderken karşılaştığımız tüm engelleri aşar. Rızanın gerekliliği, toplumsal düzenin bir dayatmasıdır ve bu düzen, bireyin arzularını bastırmak ve kontrol altında tutmak için yaratılmıştır. Oysa insan, doğanın bir parçası olarak, doğanın yasalarını takip etmeli ve arzularının peşinden gitmelidir. Rızaya dayalı eylemler, doğanın saf ve acımasız gerçekliğine karşı bir aldanıştan ibarettir.

3. Uzun Vadeli Mutluluk Miti:

Epiküryenlerin "uzun vadeli mutluluk" dedikleri şey, aslında arzuların ve tutkuların bastırılmasından başka bir şey değildir. Onlar, hazların sınırlanması gerektiğini, çünkü bu hazların uzun vadede acıya yol açabileceğini savunurlar. Ancak bu, insanın en temel güdüsünü, yani derin ve sınırsız haz arayışını bastırmak anlamına gelir. Hakiki haz, anlık ve yoğun olanda bulunur; geçmişin veya geleceğin hayaletleriyle sınırlanamaz. İnsan, en yüksek hazzı aramak için yaratılmıştır ve bu arayışta, geleceğin belirsiz vaatlerine göre kendini sınırlamak bir zayıflıktır. Epiküryenlerin savunduğu bu "sükûnet", aslında arzuların ve dürtülerin bastırılmasıyla elde edilen bir uyuşukluktan ibarettir.

4. Sosyal Bağların Kölesi Olmak:

Epiküryenlerin empati ve karşılıklı rızaya verdikleri önem, insanı sosyal bağların kölesi yapar. Oysa insan, doğası gereği özgür olmalıdır; arzularının ve tutkularının peşinden gitmeli ve onları sınırsızca tatmin etmelidir. Sosyal bağlar, bireyin arzularını bastırmasına ve bu bağların gerektirdiği fedakarlıklara katlanmasına yol açar. Bu bağlar, bireyin özgürlüğünü ve hazzını sınırlayan prangalardan başka bir şey değildir. Gerçek özgürlük, bu prangaları kırmak ve doğanın kanunlarına sadık kalarak arzularını en uç noktada yaşamaktır.

5. Ahlak ve Değerlerin Reddi:

Epiküryen etik, bireyin kendi mutluluğunu maksimize etme gerekliliğini vurgular, ancak bu mutluluk, toplumun dayattığı ahlaki değerler çerçevesinde şekillenir. Oysa ahlak, doğanın bir yasası değildir; insanların yarattığı bir düzendir. Bireyin arzuları, bu düzenden bağımsız olarak şekillenir ve bu arzular, doğanın kendisi kadar hakikidir. Ahlaki değerler, doğanın yasalarına karşı bir ihanet ve insanın doğasını bastıran bir zincirdir. Birey, kendi arzu ve hazlarını ahlakın ve toplumun dayatmalarından bağımsız olarak yaşamalıdır. Ahlak ve etik, bireyin özgür iradesine ve doğasına karşı işlenmiş en büyük suçtur.

---

Sonuç olarak, Epiküryenlerin empati, rıza ve ahlak gibi kavramlarla bireyin doğasını bastırmaya çalışmaları, insanın özüne, doğasına ve hazzına karşı işlenmiş bir suçtur. İnsan, doğanın bir parçası olarak, arzularını sınırsızca ve özgürce yaşamalı ve bu arayışta, toplumsal normlar ve ahlaki değerlerle sınırlanmamalıdır. Çünkü en yüksek haz, doğanın yasalarına ve bireyin içgüdülerine sadık kalmakla elde edilir; tüm bu yasaların ve içgüdülerin ötesinde yatan bir "uzun vadeli mutluluk" arayışı, insanın gerçek doğasına ihanet etmektir.

Şimdi mektuplaşmaya devam edelim.


Epikür'e Bir Yanıt: En Mutlu İnsan Üzerine Bir Beyan  

Marquis de Sade'ın Kaleminden 

Sevgili Epikür, senin şu "uzun vadeli iyi oluş" denilen naif felsefeni okudum ve anladım ki, doğanın en temel yasalarını ve insanın en içsel arzularını tamamen yanlış yorumlamışsın. Sen, insanın en yüksek mutluluğu bulması için hazlarını kontrol altında tutması gerektiğini savunuyorsun; oysa ben, insanın en saf ve gerçek halini yalnızca sınır tanımayan bir haz arayışında bulabileceğine inanıyorum. Bırak da sana doğanın gerçek yasalarını ve insanın doğasında saklı olan mutlak mutluluğun ne olduğunu anlatayım.

Doğa, insana sınırsız bir haz kapasitesi sunar; o, bu dünyada var olan en güçlü kuvvetlerden biridir. Doğa, insanın içindeki arzuları bastırmak için değil, onları serbest bırakmak için var olmuştur. Senin o bahsettiğin "denge" ve "uyum", aslında korkakların ve zayıfların, kendi arzularını gerçekleştirmekten kaçınmak için uydurduğu masallardan başka bir şey değildir. Doğa bize sürekli bir mücadele, sürekli bir arayış sunar ve bu arayış, her türlü zevki ve hazzı tatmin etmeye yönelik olmalıdır. Zira doğanın yasası, hiçbir şeyi sınırlamaz, hiçbir şeyi yasaklamaz.

Sonsuz Hazza Giden Yol:

İnsanın gerçek mutluluğu ve tatmini, en yüksek titreşimler ve en yoğun hazlarla bulunur. Evet, belki bu haz, bir şok etkisi yaratır, belki bir süre için bedeni ve zihni sınırlarının ötesine taşır; ama işte tam da burada, insanın en gerçek, en saf hali ortaya çıkar. Senin dediğin gibi bir "denge" arayışı, aslında insanı kendi doğasından uzaklaştıran bir zayıflıktır. Gerçek haz ve mutluluk, ancak sınırların ötesine geçtiğinde, doğanın tüm yasalarına meydan okunduğunda ortaya çıkar. Bu nedenle, en mutlu insan, arzularını sınırlamayan, her türlü zevki sonuna kadar yaşayan bir insandır.

Toplumsal Yasaların Gereksizliği:

Toplumsal yasalar mı dedin? Ah, ne büyük bir aldatmaca! Toplumsal yasalar, insanın doğasına aykırı, sahte bir düzenden başka bir şey değildir. Sen, bu yasaların bireylerin birlikte uyum içinde yaşamasını sağladığını söylüyorsun; oysa ben, bu yasaların insanın en temel özgürlüklerini ve hazlarını kısıtlamak için var olduğunu biliyorum. Toplumsal yasalar, güçsüzlerin güçlü olanlara karşı kullandığı birer silahtan ibarettir. Doğa, bize hiçbir yasa koymaz; o, sadece var olmayı, yaşamayı ve arzularımızın peşinden gitmeyi emreder. Toplumun koyduğu yasalar ise, insanın bu doğal haklarını ve özgürlüklerini elinden alarak, onu sahte bir düzenin kölesi yapar.

Erdemsiz Bir Sadist Olarak Mutluluk:

De Sade'In anonim bir portresi

Senin bu "uzun vadeli iyi oluş" arayışın, aslında bir zayıflık göstergesidir. En mutlu insan, hazlarının peşinden koşan, hiçbir sınır tanımayan, erdemsizlikte özgürlüğü bulan bir sadisttir. Evet, sadizmden bahsediyorum! Çünkü sadist, doğanın en saf ve en gerçek halidir. O, hiçbir yasa ve ahlaki değerle sınırlandırılmamış, yalnızca kendi arzularının peşinden giden insandır. Sadist, doğanın ona verdiği tüm güç ve yetkiyi kullanarak, arzularını en yoğun şekilde yaşar ve bu sayede gerçek mutluluğa ulaşır.

Erdemsiz bir sadist, toplumun sahte değerlerine ve kurallarına kulak asmaz. O, doğanın ona sunduğu sınırsız haz potansiyelini, sonuna kadar kullanarak, gerçek özgürlüğü ve mutluluğu bulur. Sadist, doğanın gerçek yasalarını anlar; o, güçlünün ve cesurun, kendi arzularının peşinden gitmesi gerektiğini bilir. Bu nedenle, en mutlu insan, doğanın en saf ve en gerçek temsilcisi olan sadisttir.

Sonuç Olarak:

Sevgili Epikür, senin bu denge ve uyum arayışın, insanın gerçek doğasını ve mutluluğunu anlamaktan ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Gerçek mutluluk ve tatmin, yalnızca en yoğun hazlarda ve arzuların sınırsızca tatmin edilmesinde bulunur. En mutlu insan, arzularının peşinden korkusuzca giden, hiçbir toplumsal yasa ve değere boyun eğmeyen erdemsiz bir sadisttir. Çünkü sadist, doğanın gerçek yasalarına göre yaşayan tek insandır; o, hiçbir şeyi sınırlamayan ve her şeyi tatmin eden doğanın en saf halidir. O halde, bırak da doğanın gerçek yasaları bize rehberlik etsin ve en yüksek mutluluğa, en yoğun hazlarla ulaşalım!


Epikür’ün Yanıtı: Erdemli Haz ve Uzun Vade Üzerine Bir Karşı Çıkış

Epikür'ün Kaleminden

Sevgili Sade, argümanlarını büyük bir ilgiyle okudum ve şunu belirtmeliyim ki, senin bu anlattıkların doğanın gerçek yasalarından ve insanın hakiki mutluluğundan ne kadar uzak olduğunu açıkça gösteriyor. Anladım ki, hazza olan bu açlığın, insanı erdemin ve aklın ışığından nasıl saptırdığını fark edememişsin. Oysa ki, erdemli bir yaşamın uzun vadeli tatmini ve dengesi, senin bahsettiğin o şiddetli, geçici hazlardan çok daha üstün ve kalıcıdır. 

Erdemli Haz ve Uzun Vadeli Tatmin:

Sen, sadistin ve erdemsiz bir hayatın, insana en yoğun hazzı ve mutluluğu getireceğini iddia ediyorsun. Ancak, göz ardı ettiğin nokta, bu hazların kısa ömürlü ve geçici olmasıdır. Gerçek haz, yalnızca anlık bir tatminde değil, uzun vadeli bir huzur ve tatminde bulunur. Erdemli bir insan, arzularını kontrol edebilir ve kendini daha büyük, daha anlamlı bir amaca adar. İşte bu, insana derin ve kalıcı bir mutluluk getirir. Çünkü erdemli bir insan, hazların kölesi değil, efendisidir; o, aklını kullanarak hazlarını yönetir ve böylece dengeli bir yaşam sürer. 

Sadistin hazları ise, gelip geçici bir ateş gibidir; anlık bir parıltı yaratır, ama kısa sürede tükenir. Bu tür hazlar, insanın içsel dengesi ve huzuru için hiçbir katkı sağlamaz. Aksine, insanı bir süre sonra daha büyük bir boşluğa ve tatminsizliğe sürükler. Senin savunduğun bu sınırsız haz arayışı, aslında insanın kendi kendini tüketmesine ve yok etmesine yol açar. Çünkü doğa, her şeyin bir sınırı ve ölçüsü olduğunu bize öğretir. Bu sınırı aşmak, yalnızca acı ve tatminsizlik getirir. 

Erdemin Gerçek Hazları:

Erdemli bir Epikürcü, kendi arzularını ve hazlarını aklın rehberliğinde yönlendirir. O, kısa vadeli tatminlere değil, uzun vadeli huzura odaklanır. Bu nedenle, erdemli bir insanın hazzı, geçici değil, kalıcıdır. O, doğanın yasalarına uygun yaşar; doğanın dengesini ve uyumunu bozmadan, kendine ve başkalarına zarar vermeden haz alır. Bu, insana hem fiziksel hem de zihinsel bir tatmin sağlar. Çünkü gerçek haz, yalnızca bedensel değil, aynı zamanda ruhsal bir tatmindir. 

Sadistin hazları ise, yalnızca bedensel bir tatmine odaklanır ve bu yüzden sınırlıdır. Sadist, erdemli bir insanın sahip olduğu derin ve kalıcı mutluluğu asla deneyimleyemez. Çünkü o, doğanın yasalarına ve aklın rehberliğine sırt çevirmiştir. Bu yüzden, sadistin aldığı haz, her zaman eksik ve tatminsiz kalır. 

Son Sözlerim:

Sevgili Sade, senin bu hazzı yüceltme çaban, aslında insanın doğasına ve gerçek mutluluğuna ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Sen, hazzın peşinden koşarken, insanın asıl değerini ve erdemini göz ardı

ediyorsun. Erdemli bir Epikürcü, hazlarını aklın ve erdemin rehberliğinde yaşar; o, kendini ve başkalarını mutlu etmek için çabalar. Bu yüzden, o, sadistten çok daha büyük ve kalıcı bir hazza ulaşır.

Son olarak, sevgili Sade, sana şunu hatırlatmak isterim: Doğanın gerçek yasaları, denge ve uyum üzerine kuruludur. Erdemli bir yaşam, doğanın bu yasalarına en uygun yaşam şeklidir. Bu yüzden, erdemli bir Epikürcü, senin savunduğun sadistten çok daha mutlu ve huzurludur. Belki de senin asıl aradığın, sınırsız haz değil, sınırsız bir tatmindir. Ancak bu tatmin, yalnızca aklın ve erdemin rehberliğinde bulunabilir. 

Sana hayatının geri kalanında daha derin bir anlayış ve içgörü dilerim, sevgili Sade. Çünkü gerçek mutluluk, yalnızca erdemin ışığında bulunabilir. Sen, sebep olduğun caniliklerden dolayı pişmanlık içinde oradan buraya kaçarken ben sana anlattıklarımdan başka bir şey görmeyeceğim senin gözlerinin içindeki dehşette. Benim öğrencim Lucretius Roma'nın en saygınlarından olan ve bunu yaparken senin tabirinle bir 'keşiş' de olmayan, belki en az senin kadar yaşamı seven biri olurken senin öğrencilerin caniliklerinden dolayı pişmanlıklar içerisinde kabuslarından kaçmaya çalışacaklar, senin bu şok takıntın yüzünden bir anlık domuzca hazlarının cezalarını ömür boyu bir kanun kaçağı olmanın korkusuyla ödeyecekler.

Sonuç Olarak:

Sevgili Sade, seni bu sınırsız haz arayışında yalnız bırakıyorum, çünkü erdemin ve aklın rehberliğinde yürüyenler, her zaman daha mutlu ve tatmin olmuş olarak kalacaktır. Umarım bir gün, gerçek hazzın ve mutluluğun ne olduğunu anlarsın ve bu yolda ilerlersin. Şimdilik hoşça kal ve belki de kendine, doğanın gerçek yasalarını anlamak için bir fırsat ver.


Marquis de Sade'ın Yanıtı: Epikür'ün İllüzyonlarına Bir Kahkaha  

Marquis de Sade'ın Kaleminden

Ah, sevgili Epikür, senin bu naif ve çocukça hayallerinle dolu mektubunu okurken kendimi tutamayıp kahkaha attım. Gerçekten de, erdemin ve aklın peşinden gitmeyi bir erdemmiş gibi anlatışın, o kadar komik ki! Sen, burada tüm ciddiyetinle ve o sözde "bilgece" tavırlarınla, sanki dünyanın en önemli sırrını çözmüş gibi konuşuyorsun. Fakat şunu söylemeliyim ki, bu sözlerin, gerçek bir hazcı ve materyalistin gözünde sadece bir şaka gibi duruyor. 

Erdem Adına Taptığın İllüzyonlar:

Senin bu "erdem" dediğin şey, aslında bir korkaklığın ve içsel zayıflığın ürünü. Sen, hazların kontrol edilmesi gerektiğini savunurken, aslında insanın içindeki en temel ve doğal dürtüyü bastırmanın mutluluk getireceğine inanıyorsun. Ne büyük bir aldanış! Doğa bize sınırlar koymaz; aksine, arzularımızın peşinden koşmamız için bizi sürekli olarak teşvik eder. Senin bu erdem ve denge dediğin şeyler, aslında doğanın gerçek yasalarını anlamaktan ne kadar uzak olduğunun bir göstergesi. Sen, doğayı tanrısallaştırıyor, onun yasalarını çarpıtıyor ve kendi korkularının bir yansıması olarak erdemi yüceltiyorsun. Ne yazık ki, bu illüzyonlara kapılmak seni bir hazcı yapmaz; aksine, seni bir köle yapar.

Gerçek Hazcının Yolunu Anlayamamak:

Gerçek bir hazcı ve materyalist, erdemden ve sınırlamalardan nefret eder. O, hayatın sunduğu her türlü zevki ve hazzı, hiçbir sınır tanımadan, sonuna kadar yaşar. Çünkü gerçek haz, yalnızca kontrolsüz ve özgürce yaşanan bir hayatta bulunabilir. Senin bu "uzun vadeli huzur" dediğin şey, aslında yalnızca bir korkaklık ve arzuların karşısında diz çökmekten ibaret. Sen, hazları kontrol altında tutmayı bir başarıymış gibi anlatıyorsun; oysa bu, doğanın gerçek yasalarına ve insanın içsel dürtülerine tamamen aykırı bir düşünce.

Kendi Hayal Dünyanda Kaybolmuşsun:

Ah, sevgili Epikür, sen ve senin gibiler, bu dünyada asla gerçek bir hazcı olamayacaksınız. Çünkü siz, erdemin ve aklın illüzyonlarına kapılmışsınız; doğanın sunduğu sınırsız haz bahçesini göremeyecek kadar körsünüz. Siz, sahte bir denge ve huzur arayışında kaybolmuşsunuz; oysa gerçek mutluluk ve tatmin, yalnızca doğanın sunduğu sınırsız hazların peşinden gidenler tarafından bulunabilir. Sen, erdemin ve dengenin peşinden koşarken, aslında hayatın en temel ve en saf zevklerinden mahrum kalıyorsun. Bir materyalist olduğunu iddia ederken kendinin bile sebeplerini tam anlamıyla açıklayamadığın bir külte üyesin, ben ise bir hazcı olarak doğanın emrine amadeyim ve bundan dolayı hiçbir zaman pişman olmadığım. Ona ve onun benim içime tohumlarını ektiği bu erdemsizlik olarak adlandırdığın zevk kaynaklarından başka bir rehberim de hiç olmadı, bu sözlerinden sonra da olmayacak.

**Sonsuz Haz Bahçemde Bir Krallık Kurmuşken:**

Sevgili Epikür, senin bu "erdem" dediğin şey, aslında sadece bir illüzyondan ibaret. Sen, bu hayal dünyasında yaşarken, ben kendi haz bahçemde bir krallık kurmuş, her türlü zevki ve tatmini sonuna kadar yaşamaktayım. Senin gibi korkaklar, hayatın gerçek zevklerini ve mutluluğunu asla anlayamayacak; çünkü onlar, kendi yarattıkları sahte düzenin köleleri olarak kalacaklar. Oysa ben, doğanın gerçek yasalarına uygun olarak, sınırsız bir özgürlük ve haz içinde yaşamaktayım. Doğanın benim içime inşa ettiği haz tapınağına her gün yeni bir hediye sunuyorum ki bu tapınağın ateşi ben form değiştirene ve başka bir bedende, yahut bir bitkide hayat bulana kadar canlansın, öyle kitaplar yazıyorum ki bu meşalenin ateşi dünyanın dört bir tarafına yayılsın ve dogmaların doğanın üstüne acımasızca ve bahanelerle ördüğü bu duvar artık yıkılsın ve tek gerçek rehber, tek gerçek galip: yani zevk! İşte o galip, o durdurulamayan ve 2000 yıldır sen ve senin gibilere karşı aydınlanmanın içinden gelerek yükselen o güç, bir salgın gibi dünyayı dolaşsın ve herkes beni hatırlasın, zevkten kendilerinden geçerken adımı şükranla ansın! Kitaplarımı belki Bastille'e sakladım, ancak bugünün deccali olan benim yarının Prometheus'u olacağım su götürmez, senin şu 'doğa yasaların' bu doğrultuda beni yanıltmayacak sanırım.


**Son Bir Kahkaha:**

Son olarak, sana bu felsefi tartışmayı noktalamak için son bir kahkaha göndermek istiyorum senin erdemli karakterine. Senin bu illüzyonların ve sahte erdem anlayışın, aslında ne kadar da komik ve naif. Gerçek bir hazcı ve materyalist, senin bu hayallerine sadece güler geçer. Çünkü bizler, hayatın ve doğanın gerçek yasalarını anlayan ve bu yasaların sunduğu tüm özgürlükleri sonuna kadar yaşayanlarız. Bizler cenneti bu dünyada tapındığımız tek şey olan haz kültüyle bulduk ve bunu yaymaktan başka gaye de gütmedik! Sen, kendi hayal dünyanda mutlu olabilirsin, sevgili Epikür; ama bizler, gerçek mutluluğun ve tatminin ne olduğunu çoktan keşfettik.

Şimdilik hoşça kal, sevgili Epikür. Sen kendi illüzyonlarınla mutlu olmaya devam et; ben ise kendi sonsuz haz bahçemde, gerçek mutluluğun ve tatminin keyfini sürmeye devam edeceğim.





11 Ağustos 2024 Pazar

Dionizyak ve Fütürist bir distopya: Samuray Jack


"Samurai Jack," 2001 yılında Genndy Tartakovsky tarafından yaratılan ve çizgi dizi dünyasında önemli bir yere sahip olan bir yapım olarak bilinir. Dizinin benzersiz görsel estetiği, yalnızca hikaye anlatımıyla değil, aynı zamanda atmosfer yaratmadaki ustalığıyla da dikkat çeker. Tabi bu ustalığın tam da 90'lar sonu ve 2000'ler başındaki Marilyn Manson'ların, Buff the Vampire Slayer'ların ortalığı kasıp kavurduğu bir ortamda çıktığını da unutmamak lazım. Genndy'yi Genndy'i yapan şey bana kalırsa bu dizideki hikaye değildir zira hikaye oldukça klasik bir şemada ortaya çıkar. Açıkça sanki bir ilkokul çocuğuna anlatırcasına bize nasıl erdemlilerin kazanacağını anlatan bir 'dadı dizi' vardır. Jack türlü türlü düşmanlarla karşılar ve hepsini estetik hamlelerle alt eder, alt etmesi ile hiçbir zaman övünmez hatta kazandığı zaferlerden sonra rakiplerinden özür dilediğini bile görebilirsiniz. Bu benim gibi Gotik mimari ve kültür seven biri için dizinin en büyük eksisi olabilir sanırım. Bu kadar karanlık estetiğe sahip bir dizi bize çok daha gri bir alan sunabilirdi. Ancak burada iş, biraz da biz izleyenlere kalıyor sanırım, çünkü gerçekten dikkatli gözlerle diziyi takip eden biri çok daha Nietzschean perspektiflerle iki karakteri, Dualistik bir evrenin iki vitrin mankenini ya da bir Yunan Tragedyası'nın yazgısı kaçınılmaz iki karakterini yorumlayabiliriz. 

Samurai Jack ve Dionizyaklık

DİONİZYAKLIK VE APOLLONYAKLIK

Biri -ki Jack- bize klasik bir Apollonyak olarak verilir. Aku ise onun rakibi ve binlerce yıldır kök salan Batı'nın Apollonyaklığının ötekisi ve günah keçisi olan Dionizyaklığı temsil eder. Zannedersem dizi üstüne bir deneme yazılacak ve gerçekten bir eser yorumlanacaksa bunu daha da açmalı, derine inmeli ve Yunan Tragedyalarına dönmeliyiz. Bunu başka bir zaman yapmayı planlıyorum. Basitçe şunu diyebiliriz ki Apollonyaklık durgunluk, ahenk ve rasyonelite, düşüncenin maddeye üstünlüğü olarak tanımlanabilirken Dionizyaklık ise maddenin ve hazzın egemenliği, doğaya teslim oluş ve dürtüsellik ile açıklanabilir. Biri sınırları korumak, diğeri yıkmak üstüne vardır. Hristiyanlık ve Platonizm gibi düşünler (giderek ayırt edilemez hale gelecekleri zamanlar pek uzak olmayacaktı) genel olarak Apolloniktir denebilir, bunu ibadetlerinde de görebiliriz. İbadetler ve ritüelleri genel olarak var olan bir doğal güdüyü bastırmak üstüne kurulu olmakla beraber, Manastır kültüründen anlayabileceğimiz gibi doğaya takılan zinciri bırakmayı istemezler. Antik dönemdeki avama dönük yahut çeşitli gizli gruplarca tatbik edilen paganizmler ise dionizyaktır diyebiliriz. Pan'ın flüt çalarak deliye dönmesi masallarda dilden dile dolaşır, İskitler dünya üzerinde keneviri keyif için kullanan ilk ulus oluverir, Dionysos şenliklerinde insanlar şarapla kendilerinden geçer, günlük hayatta kontrol altına alınmak zorunda olan zincirler boşanır ve insan hayvani yanını ahlaksızlık olarak almak şöyle dursun, bunu hep aklının köşesinde tutar. Yunan Aristokrasinin diğer sınıflara olan küçümseyiciliği ya da Yunan-İskit dikotomisini de bu dionizyak-Apollonyak dualitesinden açıklayabiliriz. Kuşbakışından sonra şimdi konumuza devam edelim.

DUALİTENİN İKİ VAZGEÇİLMEZ ÖĞESİ : DEVİNİMİN KAOTİKLİĞİ AHENGE KARŞI

Dizinin estetiğini anlamak için şunu belirtmem gerekiyor ki Samuray Jack'in bize anlatmak istediği mesajın içeriği tamamen Hristiyanlığın, Platotunculuğun mesajıdır. Düşmüş ruh, haddini bil ve kendini zevke kaptırma! Doğadan sakın ve bu madde parçalarından olabildiğince kaç, çünkü bu kaotik evren zaten kötüye meyilli olan seni daha da yozlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır! Eğer gözlerini Dionysos gibi yeryüzüne dikersen ve doğayla bir olursan(metin boyunca doğa hayvansal, organizmayı baz alan ve madde üstüne yoğunlaşan bir bakışla ele alınacak) hazzın içinde kaybolup gidecek ve Tanrıyı, kutsal olanı unutacaksındır. Doğa onlar için saldırganlığın, rasyonelite yerine güdünün ve dolayısı ile olabilecek en kaotik olanın timsalidir. Oradan buraya hareket eden atomlara odaklanan birinin ahenk fikri yerine sonsuz bir devinimi benimseyeceği bellidir ve bu yüzden dünya görüşünü zaten yozlaşmaya meyilli olan bir ruhun bekçiliğine değil, tam tersine öncelikle olguyu realize edip daha sonra fark ettiği doğasını maksimize etmeye odaklanacağı açıktır. Kısacası idealar dünyasının meyvelerine ulaşmak için bu dünyadan uzaklaşmak yerine tam anlamıyla sahneye atılır.

 Jack'in hamlelerindeki sağduyu ve rasyonelite ile soslanmış 'düzenciliği' ve sakin ses tonu ile Aku'nun spontaneliği ve kontrolden çıkmışlığını şimdi tekrar düşünün, bilin bakalım Aku bu dualitede neyi temsil ediyor? Hedonizmi, yozlaşmış madde dünyası içerisinde dünyayı haz pınarı olarak algılayıp onu


değiştirmekle beraber aynı zamanda onun tüm kaotik yapısına kendini bırakan alçak bir şeytanı elbette, kalesi dahi aniden bambaşka şehirlere ışınlanır ve ani duygu patlamalarına rastlayamayacağınız bir bölüm bulamazsınız. O Jack gibi meyilli olduğu bir şeye ket vurmaya odaklanmaz ve idealar dünyasının huzuru peşinde de değildir. O öncelikle ne olduğunu anlamaya çalışır ve doğasını inceler, bunu da düşünce ile değil gözlem ve olgulardan yola çıkarak yapar. Bir hamle yaparken Samuray gibi erdemi hareket ve kazancın yani devinimin önüne atmaz, olacak olan sirkülasyonu devam ettirmeye odaklı bir canlıdır Aku. Doğasına ket vurmadan hazza odaklanır. Hatta bu hedonizmi o raddeye varır ki verdiği basit sözleri bile tutamaz. Jack ise yeri gelir bir ulusun kralı olmayı erdem dolayısı ile reddeder ve kendi doğasına ket vurur. Aku basittir ve hayvansal yönü de oldukça güçlüdür (Dionizyak da diyebiliriz ama bunu 350 defa yazıp kafa bellemek istemiyorum, başka bir gönderide detaylı inceleyeceğim bu konuyu) Onun için evrenin kaidesi oldukça darwinistiktir. Güçlü, haklıdır ve kendisi de bu prensibe; kendisine uygulanabilecek olsa dahi sadıktır. Bir yandan doğanın hizmetkarı ve onun tüm madde içinde boğulmuşluğunun simgesiyken bir yandan da kudreti oldukça büyüktür ve iradesi şehirlerin kaderlerini tayin eder, tabi bunları da doğa ananın hizmetkarı olan güdüleri ile karar verir.

FÜTÜRİSTİK DİSTOPYA

Samurai Jack’in dünyasında, Gotik ve fütüristik mimarinin birleşimi, zamansız bir kasvet ve çaresizlik duygusunu ustaca bize aktarır. Gotik mimarinin ihtişamlı, yükselen yapıları, karanlık ve mistik bir atmosfer yaratırken, fütüristik unsurlar bu karanlığı teknolojinin soğuk ve yabancılaştırıcı doğasıyla harmanlar. Burada bize anlatılmak istenen belirli 'ahlaki mesajlar' olmazsa olmaz olarak devam eder


tabi. Jack'in bu lanet distopyaya atılmadan önceki yaşamı oldukça ahenk içinde ve durgundur, bu durgunluk onu çok daha daha barışçıl biri yapmakla beraber aynı zamanda içsel huzuruna yönelebilmesine imkan kılar. Modernite ise ona daha da yozlaşma fırsartını verecek olan hız gibi silahları vermediği gibi, Jack'in geldiği yerde çok güçlü bir komunite duygusu olduğunu görebiliriz. Bu komunite ise elbette bir panopticon gibi erdemsizlerin peşinde olacak ve korurken zorlandığımız ve kendimizi doğaya teslim ettiğimiz an ellerimizden kayıp gidecek olan erdemlerimizi korumada yardımcı olur. Ayrıca klasik bir ortaçağ atmosferi de bizi bekler Jack'in diyarında, teknoloji ve yabancılaşma oraya daha uğramamıştır kısacası.

 Tam tersine Aku'ya bakıldığında ise olabildiğince gelecekçi bir atmosfer sizi bekler. İnsanlar erdem yerine haz uğruna yaşamaya başlarlar, eğlence ve suç patlama yapmıştır. Yani kehanet gerçekleşmiştir. Kötüye meyilli insan doğası modernite ile aradığı fırsatı yakalamış ve sihirli lamba artık ovalanmıştır. İşte bu ikiliğin birleşimi, ve bu dualizm izleyiciyi hem geçmişin destanlarına  hem de geleceğin belirsizliğine ve çürümüşlüğüne sürükler. Her bölümde sanki Platon idealar dünyasından kulağımıza fısıldar hale gelir. Hepimizi haz peşinde koştuğumuz ve maddeyi düşüncenin önüne aldığımız bir geleceğe karşı uyarır. Mimari olarak da Klasik Gotik mimaride görülen sivri kemerler, büyük pencereler
ve detaylı taş işçiliği, burada metalik yüzeyler, devasa neon ışıklar ve geometrik formlar ile birleşerek izleyiciye hem tanıdık hem de rahatsız edici bir deneyim sunar. Tüm bu kontrolden çıkmış modernite, neonlar ve metalik yüzeylerle rahatsız edici de olsa büyüleyici bir deneyim sunar bizlere. Bir yandan Aku'ya küfür ederken onun şehrini googlemaktan kolay kolay kendinizi alamaz ve kudretini, şehrin devasalığı ve kontrolden çıkmışlık - dolayısı ile İdealist anlatıdaki yozlaşmışlığı- tekrar tekrar yaşarsınız. Madde düşüncenin fersah fersah önüne alınmıştır ve tüm erdem sinyallemenize rağmen siz bile estetik ve hazzın erdeme karşı verdiği bu mücadelede bazen size biçilen tarafı küçük görebilirsiniz.


Bu anlattığım mimari karışım, bir distopya ortamı yaratırken, izleyiciye derin bir yalnızlık ve kaçınılmazlık hissi de verir. Dizi bize sık sık Jack'in ne kadar 'ahenkli' bir yerden geldiğini hatırlatır ve o saklı diyarı bolca parlatır, ancak ne var ki orası bu yozlaşmış maddeler dünyasının ötesindeki bir ideadan pek farklı değildir artık. Aku şehrini her gördüğünüzde şehirde nelerin olabileceğini kestirirsiniz, sıkışık bir sokakta ilerlemeye çalışan arabaların içinde tamamen atomize olan canlılar


muhtemelen birazdan bize izletilecek olan suçu bilinçsizce izlemekle yetinecektir. Muhtemelen birkaç asker yükselen o sivri başlı binalarda bir savaşçıyı arıyordur. Sizi tiksindirmek adına elinden geleni yapar yapımcılar. Bir beş dakika sonra ise Genndy bize şehrin uzaktan bir görünümünü verip fütürist bir distopyada yaşadığımızı tekrar hatırlatmayı ihmal etmeyecektir, şehir tüm suça ve yozlaşmaya rağmen hala büyüleyicidir ve o şehirden tiksinen siz bile gözlerinizi kolay kolay alamazsınız. Yabancılaşan bizler bu atomize olan canlıların evreninde iyiye, durguna ve 'olması gerekene' ait hiçbir şey bulamayız. Hatta insan bile bulamayız ve bunun sonucunda giderek daha da değerlerimizi, bizi biz yapan ahengin kayboluşunu üzülerek hatırlarken Jack'in kazanması için dua ederiz. Bu Distopyanın ana ögeleri olarak, sürekli bir tehdit hissi, karanlık ve klostrofobik alanlar, teknolojik kontrol ve bahsettiğim gibi insanlık dışı unsurlar belirgin şekilde öne çıkarılır bize. Şehirde
ters giden bir şeylerden emin olurken bunun raddesini pek kestiremeyiz. Jack sokaklarda kovalamaca da oynuyor olabilir, Aku hikaye saatinde de.

 Kısaca Gotik ve fütüristik ögelerle örülü bu dünya, insanın modernite karşısındaki çaresizliğini ve yabancılaşmasını sembolize eder. Üstelik bir yandan tahmin edilebilirliği olduğu kadar tekinsizliklerle de doludur. Teknolojinin soğukluğu ile mistik Gotik unsurların birleşimi, izleyiciyi hem fiziksel hem de ruhsal olarak izole edilmiş hissettirir. 


SAHİCİLİĞİN ERDEME OLAN ÜSTÜNLÜĞÜ ?

Aku’nun karanlık ve ihtişamlı havası, bu distopya soslu trajikomikliğin merkezinde yer alır. Aku, bir yandan saf kötülüğü temsil ederken, diğer yandan büyüleyici bir karizma ile izleyiciyi kendine çeker. Bu karizma, onun gücünün ve karanlık mizahının bir yansımasıdır. Tüm anlattığım doğallığının farkında olan ve maddeyi, hazzı düşüncenin ve erdemin önüne koymasıyla beraber bana sık sık yaptığı şakalar durumun ne kadar basit olduğunu anladığını hissettirir. Onu ailesini ve kültürünün peşinde olan Jack ile pek de rakip yapamayız, o; o derece ''öteki''dir ki Jack'in ideallerine bir rakip dahi olamayacağı gibi ona dokunmadıkça bu idealleri hakkında mesai dahi yapmayacak kadar soylu amaçlardan uzaktır, bunu biliriz. Bunu kötü olma kasıntısı ile yapmaz, O bir Marque De Sade romanından fırlamışçasına zevk peşinde bir sadisttir, o kadar. İki karakterin zıtlığını anladıkça durumun ne kadar ciddiye alınamaz olduğunu daha iyi anlarız.

 O şakaları yapan birinin gözünden bakınca dünyayı bir prensip için savaşılacak bir yer olmadığını bir defa daha görürsünüz. Onun için bu çok basit bir süreçten ibarettir ve ciddiye alınması gereken -onun zevkleri dışında- hiçbir tarafı da yoktur. Basitçe bir doğal seleksiyon kasabıdır o ve bu rolünü maksimum alaycılık ve eğlenceyle oynar.  Aku, bu yüzden klasik bir kötü karakter olmanın ötesine geçer; kendine has bir cazibesi vardır ve onda bir manyak ya da bir heretik de bulamazsınız. Dizinin belki de en sahici karakteridir o ve Jack'in tüm monotonluğuna karşı tahmin edilemez ve enerjiktir. Jack'in birden karşısına çıkıp düello teklif edebilir mesela. Onun tam da bu karanlık enerjisi, distopik ortamın ürkütücü doğasıyla ve bu özelliklerin zıttı olan alaycılığı mükemmel bir uyum içindedir. Bu uyum bir rock uyumudur ve uyuşmayan zıt tınıların bir ahenk-sizlik içindeki ahenginden ileri gelir. Bu uyum, izleyiciyi rahatsız edici bir şekilde büyüler; Aku’nun tüm kötülüğüne rağmen, onun dünyasında bir şekilde kalmak istenir. Onun üstüne biraz daha düşünmek ya da şakalarına gülmek istersiniz. Onun varlığı, bu distopik dünyanın en temel parçasıdır ve bu dünyanın cazibesini de büyük ölçüde şekillendirir. 


Son olarak da şunu eklemek gerekiyor, her bölümün apayrı diyarlarda geçmesi ve yüzler, evler dışında genel olarak olay örgüsünün tahmin edilebilir olması dediğim kara mizahi ve distopik tavrı daha da güçlendiriyor. Sanki birileri o soylu karakterle sürekli olarak alay ediyor.


Sonuç olarak, Samurai Jack’teki Gotik ve fütüristik mimarinin birleşimi, bize sunduğu idealist-materyalist stereotiplerin çatışmasıyla beraber sadece bir görsel estetik bazlı dizi olarak kalmaz, aynı zamanda izleyicinin ruh halini derinden etkileyen bir atmosfer yaratır. Bu atmosfer, Aku’nun karanlık ama büyüleyici ve alaycı varlığıyla daha da zenginleşir; böylece izleyici, bu distopik dünyanın içine çekilir ve orada kalmak ister, tüm tehditkar doğasına rağmen. 

Alperen Özali: 11.08.24 00.38